Hayber’in Fethi

(Hicrî:7, Milâdî:628)

Hayber, Medîne-Şam yolu üzerinde, bol hurmalı, iç içe kalelerle çevrili, münbit arâzisi bulunan, çok mühim bir yerdi. Hayber, Yahûdîlerin elinde idi. Medîne’den çıkarılan Yahûdîlerin bir kısmı da, buraya gelip yerleşmişti. Burası, bütün Hicâz yahûdîleri­nin merkezi ve bir kalesi durumunda idi. Bu yahûdîler, İslâm’a karşı Mekkeliler’i dâimâ kışkırtmışlar, Hendek muhârebesini onlar tezgâh­lamışlardı. Ayrıca kendilerine yapılmış olan anlaşma tekliflerini de reddetmişlerdi ve Medîne’ye hücûm etmek için plân hazırlıyorlardı. Resûl-i Ekrem, Hudeybiye musâlahasından bir ay sonra, hicretin 7. yılında, hazırlık safhasında olan düşmanı yatağında bastırmak gâye­siyle, 1400 piyâde, 200 süvâri olmak üzere 1600 kişilik bir ordu ile Me­dîne’den yola çıktı. Medîne-Hayber arasında 150 kilometrelik yolu, üç günde katettiler. Yolda, Ashâb-ı Kirâm yüksek sesle tekbir getiriyordu. Peygamber Efendimiz; “Yavaş söyleyiniz. Siz uzağa veyâ bir sağıra hitap etmiyorsunuz. Zât-ı Kibriyâ size çok yakındır.”  buyurdu. Bu seferde Ümmü Seleme (r.a.) vâlidemiz de, Hz. Peygamberimizle berâberdi. Ayrıca, bâzı kadınlar da orduya iştirak etmişti. Peygambe­rimiz, onlara ne için geldiklerini sordu. Onlar da, “Askere yardım etmek, hastalara ilâç vermek, harp meydanında su dağıtmak için geli­yoruz” dediler. Peygamber Efendimiz (s.a.v.), memnun oldu. Onlar, harp meyda­nında âdetâ seyyâr birer hastahâne vazîfesi gördüler. Ganîmetten on­lara da hisse verildi. Hayber’in, gâyet müstahkem yedi kalesi vardı. Bunların isimleri; Ketîbe, Naîm, Şakk, Kâmus, Netât, Sülâlim ve Vatîh idi.

 

Hayber Kalesinin Muhâsarası

 

Yahûdîler, Hz. Peygamberimiz’in anlaşma tekliflerini reddederek harbe karar vermişlerdi. Reîsleri Sellâm bin Mişkem, harp emrini verdi. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz, kaleyi muhâsara etti. Muhâsara günlerce sürdü. Fetih kolay olmadı. Yahûdîler çok iyi hazırlanmışlardı. Silâhları da boldu. Bu harp, bir bakıma şimdiye kadar yapılanların belki de en şiddetlisi olacaktı. Kureyşliler de, müslümanların gâlibiye­tine ihtimal vermeyip, bu harbi büyük bir alâka ile tâkip ediyorlardı.

 

Yahûdîler, bütün güçlerini ortaya koyuyorlardı. Vatîh ve Sülâlim kale­lerine kadınları, Naîm kalesine zahîreleri yerleştirmişlerdi.

 

Muhâsara iki haftaya vardığı hâlde, bir netîce alınamamıştı. Bu arada, Gatfân Yahûdîleri’nin de kaledeki yahûdîlere yardıma gelecek­leri haberi alınmıştı.

 

Peygamber Efendimiz buna pek üzüldü. Kendine bir baş ağrısı ârız oldu. Hz. Ali’nin (r.a.) de bir gözü ağrıyordu. Gatfânlılar’a bir birlik gönderildi. Onlar korktular, gelemediler. İlk hedefi Naîm kalesi teşkil ediyordu. Buraya yöneltilen hücumu, Mahmûd ibn-i Mesleme idâre ediyordu. Hava sıcak olduğundan, Mahmûd ibn-i Mesleme serinlemek için kale duvarı dibinde otururken, yahûdî kumandanı Kinâne ibn-i Rabi’, Mahmud ibn-i Mesleme’nin (r.a.) başına bir taş yuvarlayarak şehid etti. Harp uzuyor, çok çetin geçiyor, bir türlü bitmiyordu. Pey­gamber Efendimiz, kaleyi feth için Hz. Ebû Bekr’i gönderdi. Fakat mu­vaffak olunamadı. Daha sonra Hz. Ömer’i gönderdi, yine muvaffak olunamadı. Yahûdîler, görülmedik bir direniş gösteriyor, yaptıkları hurûc hareketleri ile müslümanların kaleyi almalarını önlüyorlardı. Günler geçiyor, fetih bir türlü müyesser olmuyordu.

 

Bunun üzerine Peygamber Efendimiz (s.a.v.); “Bu sancağımı, yarın kaleyi kahır ve kahramanlıkla alacak, Allâh’ın ve Resûlünün sevdiği bir bahadıra vereceğim.” buyurdu.

 

Peygamberimizin Sancağı Hz. Ali’ye vermesi

 

Herkes, acabâ bu bahadır kim olacak diyorlardı ki, Peygamberimiz Hz. Ali’yi sordu. “Gözü ağrıdığından, çadırındadır.” dediler. Onu ça­ğırttı. Mübârek elleriyle gözlerini mesh etti, sığadı. Bir mûcize-i Nebevî olarak o anda Hz. Ali’nin göz ağrısı gitti. Peygamberimiz, kendisine büyük bir teveccüh ile sancağı verip feth için kaleye gönderdi.

 

Hz. Ali (r.a.), sancağı kaparak kaleye doğru koştu. Karşısına çıkan Yahûdîlerin başını uçurdu. Harp çok şiddetlenmişti. Bir aralık Hz. Ali’nin kalkanı elinden fırlayıp düştü. O Allâh’ın arslanı, göğüsleyip kopardığı kale kapısını bir elinde kalkan gibi kullanarak, çarpışmaya devam etti. Nihâyet kale düştü.

 

Hz. Ali’nin koparıp kalkan olarak kullandığı bu kale kapısını, daha sonra yedi kişi uğraşmışlar, fakat yerinden kaldıramamışlardır. Naîm kalesi düştükten sonra, Hz. Ali kalelerin en kuvvetlisi olan Kamûs kalesine hücûm etti. Bu kalenin kumandanı, Arapların bin kişiye bedel dedikleri meşhur yahûdî pehlivanı Merhab, silâhlarını kuşanmış olduğu hâlde kendini metheden beyitler söyleyerek meydana çıktı.

 

Buna karşı da Hz. Ali, mübâreze meydanına kükremiş arslan gibi atıldı. O da, azgın Yahûdî kâfire şu mısrâlarla cevap vermişti:

 

“Enellezî semmetnî ümmî Haydara,

Keleysi gâbâtin kerîh’il-manzara,

Ekîlüküm bi’s-seyfi keyle’s-sendera,

Et’anü birrumhi bütûne’l-kefera”

(Anam bana Haydar(22) ismini vermiştir,

Ben, ormanların korkunç manzaralı arslanı gibiyim,

Kılıcımla sizi sendere(23) kilesiyle kileler gibi yerim,

Mızrağımı kâfirlerin karınlarına pek yaman saplarım).

 

Hz. Ali, kılıcını onun tepesine indirerek o azgın yahûdîyi bir dar­bede yere serdi ve bihakkın Hayber Fâtihi ünvânını aldı.

 

Yahûdî kaleleri art arda düşüyordu ki, Vatih ve Sülâlim kalelerin­dekiler çâresiz kalıp sulh istediler.

 

Müslümanlara intikal eden arâzide, her sene kaldırılacak mahsûlün yarısını müslümanlara vermeleri şartıyla ziraat yapma mürâcaatları kabûl edildi. Hayber’in fethinden sonra, teslim olan yahûdîlerin bâzı­ları burayı terketti. Bâzıları da, yapılan sulh netîcesinde orada kaldılar. Buranın Zîrâat ve mahsul işlerini idâre etmek için Abdullah ibn-i Revâha vâlî tâyin edildi.

 

Hayber kalesi fethedildiğinde, elde edilen ganîmet çok büyüktü. Hayber kalesinde Yahûdilerin dillerde dolaşan gizli hazîneleri gömülü oldukları yerden çıkarıldı. Hazîne katır derisinden bir tulum içerisinde olup tulum ağzına kadar mücevherat ile dolu idi. Bu hazîne, Âl-i Hu­kayk’ın hazînesi idi. Bu hazîneden çıkan mücevherler onbin altın değe­rinde idi.

 

Harpte, müslümanlardan 15 kişi şehid oldu. Yahûdîlerden 93 kişi öldürüldü. Kalanlar teslim oldu.

 

Bir Yahûdî Kadının Peygamberimiz’e Sûikasdi

 

Yahûdîler, yenildikleri hâlde hâlâ düşmanlıklarını yapmak, yaymak ve sürdürmek istiyorlardı. O sırada, bir yahûdî kadın Peygamberi­miz’e, kızartılmış bir koyunu hediye etti. Bu koyun, zehir sanatını her milletten daha iyi bilen yahûdîlerin, bütün hünerlerini kullanarak ölüm acılığına buladıkları, sûikast yemeği idi.

 

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), koyundan bir parça aldıktan sonra ağzından çıkarıp attı ve koyunun zehirli olduğunu, yememelerini söy­ledi. Fakat, bundan bir lokma yutmuş olan Bişr, kurtarılmayarak vefât etti. Peygamber Efendimiz, zehirin tesirinden kurtulmak için iki kürek kemiği arasından kan aldırdı.

 

Peygamber Efendimiz’in, yıllarca «Hâlâ o yahûdî kadının zehirleyip sunduğu koyun etinden ağzıma aldığım lokmanın acısını duyuyo­rum.» dediği olmuştur. Zehiri veren yahûdî kadın, vefât eden sahâbî­nin yerine îdam edildi. Bu kadın, Sellâm bin Mişkem'in karısı Zeyneb'di.

 

Peygamberimiz’in Hz. Safiyye İle İzdivâcı

 

Hayber esirlerinin arasında, yahûdî reislerinden Huyey’in kızı Sa­fiyye de bulunuyordu. Safiyye’nin kocası, yine yahûdî reislerinden Kinâne ibn-i Rabî`’ idi. Esir edildiğinde, Hz. Safiyye’nin yüzünün bir tarafı tokat beresi içinde idi. Bunun sebebi kendisine sorulduğunda; “Sizler kaleyi kuşattığınız gece ben bir rü’yâ gördüm. Şöyle ki; gökten bir ay indi, ben onu kucakladım. Uyanınca kocama anlatmıştım. Canı sıkıldı. ‘Sen, Hicaz beyi Muhammed’e varmak mı istiyorsun’ diyerek, yüzüme bir tokat vurdu. Yüzümdeki bu bere ondandır.” dedi.

 

O, Hayber içinde sözü geçen kadınlardan biri idi. Ashâb-ı Kirâm, Resûl-i Ekrem’in yanına gelerek, bu kadının kendisine çok münasip olacağını söylemişti. Resûl-i Ekrem de onların isteklerine uyarak, Sa­fiyye’yi âzâd edip kendine zevce yaptı. Safiyye de buna çok sevindi. Mü’minlerin annelerinden biri olmak şerefine mazhar oldu.

 

Hz. Safiyye (r.anhâ) daha sonraları vaktiyle cereyân etmiş şu hâdi­seyi anlatırdı: “Ben, babamın ve amcam Ebû Yâsir’in çok sevgili çocuğu idim. Her ikisi de beni kollarının arasından indirmezlerdi. Bu muâme­leyi de ancak bana yapıyorlardı. Vaktâ ki, Resûlullâh Medîne’ye gelip Kubâ’ya indi, babam ve amcam gün doğmadan evden çıktılar, gün ba­tınca eve geldiler. Her ikisinin de renkleri solmuştu, üzüntülü olduk­ları belli oluyordu.

 

Ben, onlardan iltifat bekledim. Fakat bana yüz vermediler. Amcam şöyle diyordu: «O mudur, o mudur?»

Babam ‘Evet odur’ dedi.

Amcam, ‘Onu tanıyor musun?’ dedi.

Babam da, ‘Evet tanıyorum’ dedi.

Amcam, devamla dedi ki: ‘Sende ne oldu?’.

Babam da, ‘Bende şiddetli bir düşmanlık meydana geldi.’ dedi.”

 

Hz. Safiyye’nin baba ve amcasının ‘o’ diye bahsettikleri peygamberi­miz idi. Onların Peygamber Efendimiz’i tanımalarına rağmen, îmân et­meyip mahrum olmaları yanında Hz. Safiyye’ye erişen lütuf ne büyüktür.

 

Yahûdîlerin İtâatı

 

Hayber fethedildikten sonra, Peygamber Efendimiz, Fedek Yahûdî­leri’ne haber göndererek, onlardan İslâm devletine itâat etmelerini is­tedi. Onlar da, kan dökülmeden cizye vermeyi kabûl edip teslim oldular. Bunun gibi, Teymâ Yahûdîleri de harpsiz cizye vermeyi kabûl ettiler. Vâdilkurâ Yahûdîleri ise, itâat etmeyip çarpışmağa kalkıştılar. Müslümanlar ağır basınca teslim oldular. Halk yerlerinde bırakılıp Hayber’de yapıldığı gibi kendileri de vergi usûlüne dâhil edildiler.

 

Böylelikle Arabistan’daki bütün yahûdîlere boyun eğdirildi. Yahûdî meselesi hallolunca, şimâlden gelecek tehlike önlendiği gibi müşrikle­rin de kolu-kanadı kırılmış oldu.

 

Hayber’in Fethi Esnâsında Teşrî Kılınan Hükümler

 

Pençeli yırtıcı hayvanların ve avlarını yakalayıp parçalayan vahşi hayvanların etinin yenmesi haram kılınmıştır.

 

Eşek ve katır etlerini yemek yasak edilmiştir.

 

Altın ve gümüşü kıymetinden fazlası ile alıp satmak, yâni fâiz men olunmuştur. Câhiliyet devrinden beri var olan Müt’a nikâhı (muvakkat nikâh) da yasaklanmıştır. Peygamber Efendimiz (s.a.v.): "Ey insanlar! Ben müt'a nikâhıyla ka­dınlardan faydalanmanız için size izin vermiştim. Şüphesiz Allâhü Teâlâ, kıyâmet gününe kadar size haram kılmıştır. Kimin yanında bun­lardan bir kadın varsa hemen onun yolunu açsın, bıraksın." buyurdu­lar. (Sahîh-i Müslim, Nikâh Bahsi)

 

Hz. Ali (r.a.): "Resûlullâh (s.a.v.) Hayber'in fethi günü kadınlardan müt'a nikâhı yoluyla faydalanmayı ve ehlî eşeklerin etini bize (ümme­tine) yasakladı." buyurdu. (Sahîh-i Müslim, Nikâh Bahsi) 

 

 

(22) Hz. Ali (r.a.) dünyaya geldiği zaman babası seferde olduğu için anası ona arslan mânâsına gelen dedesi Haydar'ın ismini vermişti. Bilâhare babası da dönünce Ali ismini ilâve etmiştir.

(23) Sendere; ölçek vs. yapılan şimşir ağacıdır.