Vakıf (Sadaka-i Cariye) Medeniyeti

Vakıf Müessesesi

 

Vakıflar, manevî yakınlığa ve Allâh'ın rızâsına nail olmak gibi hâlis niyet ile yapılır. Vakıfların en fazîletlisi; en çok ihtiyaç duyulan, devamlı ve en faydalı olanıdır.

 

Vakıf kelimesi, Arabî lügatte “hapsetmek”, “alıkoymak” anlamlarına gelmektedir. Hukuki anlamı; “Allah rızası için bir malın devamlı olarak Allah’ın kullarının kullanımına tahsis etmek” demektir. Vakıf yerine kullanılan bir diğer kelime “habs” veya “hubs” kelimesidir. Allah yolunda gaziler için “at vakfeylemek” veya “mutlak olarak mal vakfetmek” manalarına gelmektedir.

 

Vakıf müessesesi kaynağını kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’den alan bir müessesedir. Vakfın Kur’ân-ı Kerîm’deki delili, “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça tam hayra nail olamazsınız.” ( Al-i İmran Sûresi, 92.Ayet )

 

Vakfın Hadis-i Şerif delili ise, “İnsan öldüğü zaman şu üç husus  dışında amel defteri kapanır: Sadaka-i cariye, kendisinden istifade edilen ilim ve ana-babasına hayır duada bulunan salih evlat.” (Müslim, Nesî, Ebu Davud, Tirmizî) dir.

 

Yardımlaşma ve dayanışma dîni olan İslâm’da vakıfların gayesi beşeriyetin ihtiyaçlarını kolaylaştırmak, insanlığa ve umumun refâhına hizmettir. Hastalar için hastaneler, fakirler, yolcular için aşhaneler, ilim talebeleri için ikâmetgahlar bina edilmiş, âlimler, talebeler, hacılar, yolda kalmışlar, evlenecekler için nakdî yardımlarda bulunan vakıflar ve daha niceleri kurulmuş; hâsılı cemiyetin zayıf haldeki her unsuru için bir devâ vücûda getirilmeye çalışılmıştır.

 

Geçmiş kavimler arasında pek az da olsa bazı vakıflar vücude getirilmiştir. Husûsiyle İbrahim aleyhisselâma aid olub “Halilürrahman evkafı” adı verilen vakıflar, hâlâ Arabistanda mevcuttur. Fakat vakıfların asıl mükemmel hâle gelmesi ancak İslâm ile mümkün olmuştur. Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.), Medine-i Münevvere’deki yedi adet akarını vasiyet yoluyla mü’minlerin fakirlerine vakıf buyurmuşlardı.

 

Ashâb-ı Kirâm da birçok vakıflar vücûda getirmişlerdir. Hz. Câbir (r.a.), demiştir ki: “Ben muhacirlerden ve Ensar’dan mal sahibi ve gücü yettiği halde vakıf yaparak sadaka vermeyen hiç bir zat bilmiyorum.”

 

Bilhassa Hz. Ömer (r.a.), Hayberde mâlik olduğu Kasm adındaki pek kıymetli bir hurmalığını, Resûlullâh’ın tavsiyeleri üzerine vakfetmişlerdi. Hazret-i Ebûbekr'in, Hz. Osman ile Hz. Ali'nin de vakıfları vardır. RadıyAllahu anhüm.

 

Hulefâ-i Râşidin’den sonra Emevîler, Abbasîler, Selçuklular ve diğer İslâm sultanları ve bilhassa Osmanlılar tarafından pek çok, pek mühim şeyler vakfedilmiş, pek muazzam hayır müesseseleri vücûda getirilmiştir.

 

Vakıflar, tarihimizde İslam medeniyetinin ulaştığı bütün coğrafyalarda, dallarıyla asırları gölgeleyen koca bir çınar gibi durmaktadır. Öyle ki memleket savunmasından eğitime kadar, şehirlerin inşasından hayvanların korunmasına kadar hayatın her cihetinde vakıflar kurulmuş, insanlara karşılıksız hizmetler sunulmuştur.

 

Müslümanlar, yapmış oldukları bu hayırlı müesseseler ile sırf Hak Tealâ’nın rızasını gözetmişler medeniyetin yükseltilmesini, insanların ihtiyaçlarını azaltmaya çalışmayı mukaddes bir vazife bilmişlerdir. Bu da mensub oldukları kudsî dinin kendilerine vermiş olduğu yüce bir itikadın neticesidir.

 

Tarihimizde Vakıf Uygulamalarından Kesitler

 

"Osmanlılar devrinde vakıflar sayesinde bir adam, vakıf bir evde doğar, vakıf bir beşikte uyur, vakıf mallarından yer ve içer, vakıf kitaplarından okur, vakıf bir mektepte hocalık eder; vakıf idaresinden ücretini alır ve öldüğü zaman vakıf bir tabuta konur ve vakıf bir mezarlığa gömülürdü. Bu suretle beşerî hayatın bütün icaplarını ve ihtiyaçlarını vakıf mallarla temine pekâlâ imkân vardı."

 

( Ord. Prof. Dr. Ahmet Esat Ersevük )

 

Vakıf müessesesinin en yaygın olduğu alanlardan birisi, insanoğlunun günlük hayatında maruz kaldığı risklerin giderilmesi konusundadır. Modern bilim anlayışının “sosyal güvenlik” olarak ifade ettiği bu alanda fakirlerin gözetilmesi, kimsesizlerin korunması, hastaların tedavisi, borçluların borçlarının ödenmesi, yetimlerin ve dulların himayesi için vakıflar kurulmuştur. Bu vakıflara ilişkin bazı misaller aşağıda mevcuttur.

 

- Yavuz Sultan Selim Han’ın 947 H. (1540 M.) tarihli vakfiyesi; Her gün iyi cins undan 100 ekmek pişirilip fakir halka dağıtılması,

 

- Sivas’ta “Daru’r reha Vakfı’nın 1268 H. (1851 M.) tarihli vakfiyesinde; Hastalık ve benzeri afet ve olaylar nedeni ile geçim sıkıntısına düşerek ihtiyaç ve zaruret içinde bulunan yoksulların, yetimlerin ve dul hanımların ihtiyaçlarının giderilmesi,

 

- Manisa’da “Çakıroğlu Mehmet bin Hasan bin Mehmet Vakfı’nın 1316 H. (1908 M.) tarihli vakfiyesi; Talebelerin ders kitapları alınıp adı geçen köyün fakir, küçük öğrencilerine verilmesi, okuyan yetim çocukların yiyecek ihtiyacının karşılanması, bayram arifelerinde okuyan bu yetim çocukların giydirilmesi.

 

- Sivas’ta “Hattab İbni Saib Ahmet İbni Rahat Vakfı’nın 721 H. (1321 M.) tarihli vakfiyesi; Herhangi bir kaza veya bela sebebi ile borçlanma durumunda kalanlara kefil göstermek şartıyla borç verilmesi. Amalardan muhtaç olup da mahalle ve sokaklarda, çalışmayacak durumda olanlara yıllık 2050 dirhem tahsis edilmesi. Kadı ve Valinin hapsettiği kişiler için 120 dirhem ayrılarak bu paradan her ay hissesine düşen 10dirhem ile ekmek alınıp mahpuslara dağıtılması..

 

- İstanbul’da “Merhum Mevlâna Şah Ali Çelebi kızı Fatma Hatun Vakfı’nın 993 H. (1585 M.) tarihli vakfiyesi, Vakfeylediği evlerde fakirlerin ve dul hanımların oturması, adı geçenler otururken binada onarım gerekmesi halinde vakıfça bu onarımın yapılması.

 

- Konya’da “Abdullah oğlu Şazibey Ağa Vakfı’nın 828 H. (1424 M.) tarihli vakfiyesi, Gelip giden Müslüman fakirlerin konaklama ihtiyacını karşılamak üzere, sofa, mutfak, odunluk, birçok oda ve avludan oluşan bir konak yaptırılması.

 

- Kayseri’de “Abdullah oğlu Emir Alemüddin Vakfı”nın 500 H. (1106 M.) tarihli vakfiyesi, Kayseri’de bulunan fakirlere ve kimsesiz çaresizlere sarf edilmesi.