Peygamber Efendimiz’in İrtihâlleri

(Hicrî: 11, Mîlâdî: 632)

 

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), bu fânî dünyâdan göçeceği zamanın yaklaştığını anladı. Safer ayının 19. gecesi kimseye sezdirmeden, Bakî’ mezârlığına giderek, orada yatan ashâbını selâmladı ve; “Yakında biz de aranızda olacağız.” dedi.

 

Mezârlıktan dönünce hastalığı arttı. Hz. Âişe, başının ağrıdığını söy­leyerek, “Vay başım!” dedi.

 

Buna, Peygamber Efendimiz şu karşılığı verdi: “Yâ Âişe! Senin değil, asıl benim vay başım. Senin başının ağrısı geçer gider. Baş ağrısı, benimkidir.” buyurarak irtihâlinin yaklaştığını işâret etti.

 

Hastalık günden güne artıyordu. Buna rağmen mescide çıkıp namaz kıldırıyordu. Bir gün dermansız kalınca Hz. Ebû Bekr’in cemâata imam olmasını emretti. Hz. Ebû Bekir cemâate üç gün imamlık yaptı.

 

Resûlullâh’ın Nesi Varsa Sadaka Olarak Vermesi

 

Resûlullâh (s.a.v.), hastalığı sırasında ezvâc-ı tâhirâtın yanlarında nöbetle kalıyordu. Hastalığı ağırlaşınca, izin isteyerek Hz. Âişe (r.an­hâ)’nın odasında istirâhat etmeğe başladı. Yedi dirhem parası vardı. Bunları sadaka olarak vermelerini yanındakilere söylemişti. Hastalığı ile meşgul oldukları ve telaşlı bulundukları için yanındakiler unutmuş­lar ve bu paraları dağıtmamışlardı. Bir ara hastalığı hafifleyince; “Pa­raları ne yaptınız?” diye sordu.

 

Hz. Âişe (r.anhâ); “Duruyor” dedi.

 

Onları getirtti. Avucuna alarak; “Bunlar elde dururken ölürsem, Allah hakkındaki îtikâdım nice olur?” dedi ve hepsini fakirlere sadaka olarak dağıttırdı.

 

Vefâtında, nakit olarak hiç parası kalmadı. Biraz ev eşyâsı ve malı vardı. Zevcelerine hisselerini ayırdıktan sonra, kalanını müsâfirlere, gelen heyetlere, yoksullara, yolculara sarf olunmak üzere vasiyet etti.

 

Kalan eşyâları ise şunlardı: Elbisesi, iki kilim, bir çarşaf, birkaç su kabı, tarak, makas, misvâk ve yattığı sediri. Bu eşyâlar zarûrî ihtiyaç­lardı. Bir de gümüş mührü vardı. Mührün üzerinde; «Muhammedün Resûlullâh» yazılı idi.

 

Bu mührü daha sonra, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman kullanmıştır.

 

Resûlullâh’ın, Kızı Hz. Fâtıma ile Başbaşa Görüşmesi

 

Hz. Fâtıma (r.anhâ), her gün gelerek, Hz. Âişe’nin odasında yat­makta olan babasını ziyâret ederdi. Hayatta kalmış tek evlâdı o idi. Bir defasında Hz. Fâtıma; “Kim bilir ne acılar çekiyor babacığım.” deyince,

 

Resûlullâh (s.a.v.), ona; “Babasının sevgili kuzusu! Bugünden sonra babacığın hiç acı çekmeyecek.” cevâbını verdi. Bu söz, Resûlullâh’ın bu elem dünyâsından göçeceğine işâretti.

 

Yine bir defâsında, Peygamber Efendimiz, kızı Hz. Fâtıma’yı yanına çağırarak, kulağına bir şeyler söyledi, Hz. Fâtıma ağladı. Tekrar bir şey söyleyince, tebessüm etti.

 

Hz. Âişe (r.anhâ) sordu. Hz. Fâtıma şöyle cevap verdi: “Önce ölüm haberini duyunca üzüldüm ve ağladım. Sonra ‘Ehl-i Beyt’imden ilk yanıma gelen sen olacaksın.’ buyurunca, ona yakında tekrar kavuşaca­ğım için sevindim.” dedi.

 

Zarâfet timsâli Hz. Fâtıma, babasından altı ay sonra rahmet-i rah­mân’a kavuştu. Fakat, arkasında Resûlullâh’ın kokusunu taşıyan Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’i bıraktı.

«Allâh’ın selâmı, bereketi ve mağfireti onların üzerine olsun.»

 

Resûlullâh’ın Hastalığı Esnâsındaki Nasîhatları

 

Kâinâtın Efendisi, hastalığı esnâsında, birkaç defa ashâbına nasîhat­larda bulundu. Ensâr ile muhâcirlerin kardeşçe geçinmelerini tavsiye etti ve şöyle buyurdu: “Benim irtihâlimi düşünüp telâş ediyormuşsu­nuz. Hiçbir peygamber, ümmeti içinde ebedî kaldı mı ki, ben de kala­yım. Ben Hak Teâlâ’ya kavuşacağım ve buna hepinizden ziyâde lâyıkım. Ben size şefkatli ve merhametliyim. Sizler yine bana kavuşa­caksınız. Buluşacağımız yer Havz-ı Kevser kenarıdır. Her kim orada benimle buluşmak isterse, elini ve dilini kötülüklerden korusun.

 

“Ey nâs!

 

Günâh ve ma’siyet, ni’metin değişmesine sebep olur. Eğer halk, yâr ve mutî' olursa, emîrler, âmirler ve baştakiler de öyle olur. Eğer halk fâcir olursa, onlar da ona göre olur.”

 

Resûl-i Ekrem, Mescid-i Nebevî’nin minberine oturarak; “Allâhü Teâlâ, bir kulunu dünyâ ile âhiret arasında serbest bırakmıştır, kul da âhireti seçmiştir.” buyurdu. Bu ifâdeleri ile Peygamber Efendimiz ken­disini kasdedip irtihâllerine işâret buyuruyorlardı.

 

Hz. Ebû Bekir (r.a.), Resûl-i Ekrem’in ne demek istediğini anlamış ve ağlıyarak şöyle demişti: “Analarımız, babalarımız sana fedâ olsun Yâ Resûlallâh”.

 

Peygamber Efendimiz (s.a.v.), onun sözlerini keserek halka nasîhat etmeğe başladı. Hz. Ebû Bekir’den çok memnun olduğunu söyledi. “Arkadaşlıkta ve malında bana emniyetli insan Ebû Bekir’dir. Eğer bir dost edinseydim, mutlakâ Ebû Bekr’i edinirdim. Fakat, islâm kardeşi edindim.” buyurdu.

 

Mescide açılan bütün kapıları kapattırdı. Yalnız, Ebû Bekr’in kapı­sını kapattırmadı. Daha sonra odasına girdi.

 

Bir gün Hz. Ebû Bekir sabah namazını kıldırırken, Resûlullâh ken­dinde bir hafiflik hissederek mescide geldi. Müslümanların oradaki hâli onu çok memnun etti. Onların toplulukları ile kalbi mutmain oldu. Kendinden sonra, Hz. Ebû Bekir (r.a.) gibi bir kimsenin, ona haleflik etmesine çok sevinerek tebessüm etti. Ashab ise, yüce Resûl’ü görünce sevinçlerinden neredeyse namazlarını bozacaklardı. Resûlullâh’ı artık iyi oldu zannettiler. Hattâ, Hz. Ebû Bekir birazcık geri çekildi. Peygam­berimiz, onu sırtından öne doğru iterek sağ yanına oturdu. Ashâbıyle namazını edâ etti. Namaz bitince ashâbına dönerek şöyle hitâb etti:

 

“Ey İnsanlar!

 

Ateş yakıldı. Fitne gece karanlığının gelişi gibi yaklaştı. Ben Kur’ân’ın helâl ettiğini helâl, haram ettiğini haram ettim.”.

 

Resûlullâh (s.a.v.), ashâbının terbiyesini hiçbir an ihmâl etmemişti. Hattâ ölüm döşeğinde bile.

 

Resûlullâh’ın Vasiyetnâme Yazdırma Arzusu

 

Resûl-i Ekrem, hastalığı ağırlaştığı zaman bir şey yazdırmak için kalem kâğıt istedi. Etrafındakiler ne yapacağını anlayamadıklarından; «Acabâ hastalığın te’siri ile mi yapıyor» diye konuşanlar oldu, “hasta­lığı hâlinde onu rahatsız etmeyelim” dediler. Bunun üzerine yazdır­mak istediği yazılamadan kaldı.

 

Acabâ ne yazdıracaktı?

 

Üstâzlarımızın beyânı odur ki; «Men kâle lâ ilâhe illallâh Muham­medün Resûlullâh, hâlisan ve muhlisan dehale’l-cenneh (Her kim ki, hâlisan ve muhlisan lâ ilâhe illallâh Muhammedün Resûlullâh derse, cennete dâhil olur.)» yazdıracaktı. Buna, karîne vardı. Çünkü daha evvel Kelime-i Tevhid’den bahsetmiş, konuşmuştu.

 

Resûlullâh’ın Mübârek Ağzından En Son İşitilen Söz

 

Kâinât’ın yüce efendisi, hicretin onbirinci senesi, Rebîulevvel ayının 12. pazartesi günü (8 Haziran 632) kuşluk vaktinde, dünyâ âleminden âhiret âlemine intikâl etti. Mübârek ağzından en son işitilen söz; “Allâ­hümme er-Rafîka’l-a’lâ” oldu.

 

Melekler selâmlayıp sevinmeğe, mü’minler de ağlayıp üzülmeğe başladılar.

 

Memâtın da hayâtın gibi temiz ve pâk yâ Resûlallâh.

 

Sonsuz salât ve selâm; Peygamber Efendimiz’e, onun ehl-i beytine ve bütün ashâbına olsun. (Âmîn)

 

SON VAZÎFENİN ÎFÂSI

 

Ashâb-ı kirâm, acı haberi gözyaşları içinde öğrendiler. Medîne-i Mü­nevvere’yi mâtem havası kapladı. Bâzıları buna inanmak istemiyordu.

 

Hz. Ömer (r.a.), hüznünün şiddetinden, ölüm haberini kabûl ede­medi. Peygamber Efendimiz’e bağlılığından gelen heyecan içerisinde kılıcını çekerek; “Her kim Muhammed (s.a.v.) öldü derse başını uçuru­rum.” diye feryâd ediyordu.

 

Nihâyet, vakûr hâliyle Hz. Ebû Bekir (r.a.) geldi. Diz çöktü. Öperek ağlamaya başladı. Tekrar alnından öperek; “Vallâhi Resûlullâh vefât et­miştir. «İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn»” dedi ve şöyle buyurdu: “Bu büyük insanı, nefsimi elinde bulunduran Allah vefât ettirdi. Salât ve selâm üzerine olsun Ey Allâh’ın Resûlü! Hayâtında da, memâtında da ne kadar güzelsin.”

 

Hz. Ebû Bekir (r.a.) göz yaşlarını silerek mescide gitti. Ashâb-ı kirâm, Hz. Ebû Bekr’i görünce etrafına toplandılar.

 

Hz. Ömer’e (r.a.) yaklaştı. Şöyle hitâb etti; “Sakin ol yâ Ömer”.

 

Daha sonra Allâh’a hamd etti, Resûlünü övdü ve şöyle konuşmağa başladı: “Ey insanlar, kim Muhammed (s.a.v.)’e tapıyorsa bilsin ki, Mu-hammed (s.a.v.) ölmüştür. Kim de Allâh’a ibâdet ediyorsa, bilsin ki, Allâhü Teâlâ diridir, ebedîdir”.

 

Daha sonra Âl-i İmrân Sûresi’nin 144. âyetini okudu.

 

Âyet-i Kerîme’nin meâli: “(Size hakîkî ve ebedî bir rehber olan) Mu-hammed, ancak bir Resûldür. Ondan önce de birçok Resûller geçti. O, eğer ölse veya öldürülse, (Siz, nûru bırakıp zûlmete) ökçelerinizin üzerine, gerisin geriye dönü mü vereceksiniz? Kim ki, ökçeleri üze­rine geri dönerse, bilsin ki, Allâh’a hiçbir şeyle zarar vermez. (Dönüş, dönenin kendi aleyhinedir.) Allah, (ahdinde durup) şükredenleri mü­kâfatlandıracaktır.”

 

Bu sırada, ashâbdan bir kısmı toplanarak müslümanlara seçilecek reîsi, halîfe (emîr) mes’elesini müzâkere etmeğe başladılar. Müzâkere ve müşâvereler netîcesinde, Hz. Ebû Bekir (r.a.) halîfe, (emîr) seçildi.

 

Hz. Peygamberimiz, hastalığında, imâmete Hz. Ebû Bekr’i tâyin et­mişti. Bu da, onun halîfeliğine, emîrliğine bir işâret oluyordu. Hz. Ömer; “Ver elini.” dedi ve ona ilk bîat eden oldu. Bunu diğer Ashâb tâkip etti. Böylece hepsi bîat ettiler.

 

Müslümanlar, başlarına Hz. Ebû Bekir (r.a.)’i halîfe seçtikten sonra son vazîfenin ifâsına geçtiler. Peygamber Efendimiz’i, Hz. Ali yıkadı. Ona, Hz. Abbâs, oğlu Fadl, Üsâme bin Zeyd ile kölesi Şukrân (r.anhüm) yardım etti. Daha sonra pamukdan üç beyaz bezle kefenlediler. Pey­gamber Efendimiz’in cenâze namâzını, önce melekler kıldılar. Sonra da sırasıyla ehl-i beyt’in erkekleri, kadınları ve çocukları kıldılar. Diğer mü’min erkekler, kadınlar ve çocuklar da takım takım gelerek yalnız başlarına namâzı kıldılar. Cenâze namâzının bu şekilde kılınması Pey­gamber Efendimiz’in vasiyyeti idi.

 

Hz. Ali de; “İmamsız, yalnız başına cenâze namâzı kılınır mı, diye şüphe edilmesin. Allâh’ın Resûlü, hem hayâtında, hem de vefâtında sizin imâmınızdır.” buyurdu.

 

Resûlullâh’ın cenâze namâzı kılındıktan sonra, nereye defnedileceği müzâkere edildi. Bâzıları Mekke’ye, bâzıları mescidine, bâzıları “Bakî’ul-Garkad” kabristanlığına ashâbının yanına, bâzıları da Peygamber­lerin makâmı olan Kudüs’e defnedilmesini teklif ettiler. Hz. Ebû Bekir; «Peygamberler öldükleri yere defn olunurlar» Hadîs-i Şerif’ini beyân edince, ihtilaf ortadan kalktı ve Hz. Âişe’nin odasına defnedildi.

 

Resûl-i Ekrem Hazretlerinin bu mübârek kabrini, ensârdan Ebû Talha (r.a.) Hazretleri kazmıştır. Medfen-i Şerîf, Hucre-i Saâdet'tir. Etrâfı ile Minber-i Şerîf'e kadar olan kısmına Ravza-i Mutahhara denir.

 

EN GÜZEL NETÎCE

 

Peygamber Efendimiz vefât etti. Fakat, müslümanlara öyle sağlam şeyler bıraktı ki, bunlara sarıldıkları müddetce hiçbir şey kendilerine zarar veremeyecektir. Bunlar da, başta Allah Kelâmı Kur’ân-ı Kerîm ve sünneti seniyyedir.

 

Ayrıca, ashâb-ı kirâmı bıraktı ki, onlar dîni yaydılar. Zûlmü kaldırıp adâleti yerleştirmek üzere beldeler fethettiler, dünyâ üzerine İslâm gü­neşini doğdurdular. Böylece Allâh’ın dîni tamamlandı ve onun va’di tahakkuk etti.