Medîne Devri: Hicret Emri ve Hicret’e Hazırlık
Tirmizî’nin İbn-i Abbas’dan rivâyetine göre; Hicret emri Peygamber Efendimiz’e, İsrâ Sûresi'nin 80. âyetiyle verilmiştir (meâli): “De ki: Rabbim! Beni, gireceğim yere sıdk u selâmetle dâhil et, çıkacağım yerden de sıdk u selâmet ile çıkar. Tarafından da bana hakkıyla yardım edici bir huccet ver!” (İsrâ Sûresi, 80).
Hz. Âişe’nin (r.anhâ) bildirdiğine göre, Resûl-i Ekrem Efendimiz Hz. Ebû Bekir’in evine her gün sabah veya akşam vakitlerinde uğramak îtîyadında idi. Mekke’den, kavmi arasından çıkıp, hicret etmesine müsâade edildiği gün ise, başını sararak öğle vakti sıcağında, daha evvel hiç gelmediği bir saatte geldi.
Peygamber Efendimiz’in geldiği kendisine haber verilince, Hz. Ebû Bekir (r.a.); “Vallâhi, Resûlullah bu saatte hiç gelmezdi. Bu saatte gelişinde elbette bir iş var!” dedi.
Hz. Peygamberimiz (s.a.v.), içeriye girmek için izin istedi.
“Buyurun!” denildi.
İçeri girince Hz. Ebû Bekir (r.a.), minderinden kalktı, Resûl-i Ekrem oturdu. Hz. Ebû Bekr’e; “Yanında kim varsa, dışarı çıkar!” dedi.
Hz. Ebû Bekir (r.a.); “Yâ Resûlallah! Onlar kızlarımdır. Yabancın değiller! Babam, anam sana fedâ olsun! Ne haber var?” dedi.
Resûlullâh; “Yüce Allah bana, Mekke’den çıkmağa ve Medîne’ye hicret etmeğe izin verdi!” deyince,
Hz. Ebû Bekir (r.a.); “Yâ Resûlallah! Sizinle yoldaşlık var mı?” diye sordu.
Peygamberimiz; “Yoldaşlık var!” diye cevap verdi. Bunun üzerine, Hz. Ebû Bekir (r.a.), sevincinden ağladı.
Hz. Âişe, o güne kadar bir insanın sevinçten ağladığını hiç görmediğini söyler.
Artık hicret yolculuğuna çıkılacaktı. O sıralarda müşrik, fakat güvenilir bir adam olan Abdullah ibn-i Üraykıt’ı kılavuz olarak tuttular. İki binit devesini de yanında bulundurup yaymak ve üç gece sonra Sevr Dağı eteğinde buluşmak üzere kendisine teslim ettiler.
PEYGAMBER EFENDİMİZ’İN MEDÎNE’YE HİCRETİ
Vahiy meleği Cebrâil gelip müşriklerin Resûlullah’ı öldürmek için aldıkları kararı Peygamber Efendimiz’e bildirdi ve “Şimdiye kadar yattığın yatağında bu gece yatma!” dedi.
Peygamber Efendimiz, Hz. Ali’ye: “Yatağımda yat, şu yeşil, geniş aba hırkamı da örtün, onun içinde korkma, uyu! Sana onlardan hoşlanmayacağın hiçbir şey erişmez!” buyurdu.
Mekkeli müşrikler, muhâfaza etmek üzere Peygamberimiz’e verdikleri birçok emânet eşyâ vardı. Mekkeliler, kıymetli eşyalarını saklayamamaktan korkarlarsa, onları Peygamberimize teslim ederler, bu hususta ona son derece güvenirlerdi. Resûl-i Ekrem, Hz. Ali’ye kendisindeki bu emânetleri sâhiplerine iâde etmesini ve bunları iâde edinceye kadar Mekke’de kalmasını da emretti.
Müşriklerin Peygamber Efendimiz’in Evini Kuşatması
Her kabîleden seçilmiş olan müşrikler; gecenin üçte biri geçince Peygamber Efendimiz’in kapısının önünde toplandılar, Peygamberimiz’in uykuya dalmasını gözetlemeye başladılar.
Resûlullah’ın kapısında toplananlar arasında Ebû Cehil, Hakem ibn-i Ebi'l-Âs, Ukbe ibn-i Ebû Muayt, Nadr ibn-i Hâris, Ümeyye ibn-i Halef, ibn-i Kaytala, Zem’a ibn-i Esved, Tuayme ibn-i Adiy, Ebû Leheb, Übey ibn-i Halef, Nübeyh ibn-i Haccâc, Münebbih ibn-i Haccâc da vardı.
Ebû Cehlin Alaylı Konuşmasına Peygamberimiz’in Cevabı
Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) kapısının önünde toplanan müşriklere, Ebû Cehil; “Muhammed’in iddiâsına göre siz, ona uyar, müslüman olursanız, bütün Araplara ve Arap olmayanlara hâkim olacakmışsınız! Ölümünüzden sonra diriltilecek, Ürdün bahçeleri gibi bahçelere kavuşacakmışsınız! Eğer, onun dediğini yapmazsanız boğazlanacak, ölümünüzden sonra da diriltilip sizin için hazırlanmış olan cehennemde yanacakmışsınız” dedi.
O sırada, Peygamberimiz kapıyı açıp müşriklerin karşısına çıktı. Ebû Cehil’e; “Evet, bunu, söyleyen benim! Cehenneme girip yanacak olanlardan birisi de sensin!” dedi.
Peygamberimiz’in müşrikler Arasından Çıkıp Gitmesi
Resûl-i Ekrem (s.a.v.), yerden aldığı bir avuç toprağı müşriklerin başlarına saçtı ve Kur’ân okuyarak onların aralarından geçip gitti. Yüce Allah, kudretiyle müşriklerin gözleri görmemişti.
Cenâb-ı Hakk, bu husûsu Yâsîn Sûresi’nde şöyle beyân ediyor: “Yâsîn! O hikmet dolu Kur’ân’a andolsun ki; Sen, hiç şüphesiz insanlara gönderilen peygamberlerdensin! Dosdoğru bir yoldasın. Bu Kur’ân da, kudretiyle her şeye üstün gelen, rahmetiyle herkesi esirgeyen Allâh’ın indirdiği bir Kitab’dır ki, ataları azapla korkutulmamış, bu yüzden gaflet içinde kalmış olan bir kavmi korkutman için sana indirilmiştir.
Andolsun ki; bunların çoğuna o azap sözü hak olmuştur. Artık bunlar îmân etmezler. Gerçekten biz, onların boyunlarına lâleler (kelepçeler) geçirdik ki, bunlar çenelerine kadar dayanmıştır. Şimdi onlar, kafaları ve burunları yukarı kaldırılmış bir hâldedirler! Biz onların önlerinden bir set, arkalarından da bir set çektik. Onları öylece bıraktık, artık görmezler.” (Yâsîn Sûresi, 1-9).
Müşrikler, Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) kapısında bekleşirlerken, yanlarına uğrayan bir hemşehrileri “Siz burada ne bekliyorsunuz?” diye sordu.
“Muhammed’i bekliyoruz.” dediler. O da;
“Hay, Allah sizi umduğunuza erdirmesin, elinizi boşa çıkarsın! Vallâhi Muhammed yanınızdan çıkmış, sonra da sizden başına toprak saçmadık bir kimse bırakmayıp yoluna gitmiş! Siz, kendinize yapılan şeyi görmüyor musunuz?!” dedi.
Her birisi, ellerini başlarına götürüp toprak saçılmış olduğunu görüp anlayınca şaşırdılar ve hâşâ «bu da Muhammed’in sihirlerinden bir sihirdir!» demekten başka söz bulamadılar.
Kapının aralığından içeri baktıkları zaman yatakta, birisinin abaya sarınıp bürünmüş yattığını gördüler “Vallâhi bu abasının içinde uyuyan Muhammed’dir!” dediler. Sabah ortalık ağarıncaya kadar beklediler.
Yüce Allah, bu münâsebetle indirdiği âyetinde şöyle buyurmaktadır: “Hani bir zaman, o kâfirler, seni tutup bağlamaları veya öldürmeleri, yâhut yurdundan zorla çıkarıp sürmeleri için sana tuzak kuruyorlardı. Onlar tuzak kurdular, Allah da onlara karşılık verdi. Allah, tuzak kuranlara mukâbele edenlerin en hayırlısıdır.” (Enfâl Sûresi, 30).
Peygamberimizin Gâr-ı Sevr’e Sığınmaları
Resûlullah Efendimiz (s.a.v.); perşembe günü geceleyin Hz. Ebû Bekr’in evine geldi. Onunla birlikte evin arkasındaki küçük kapıdan çıkarak Mekke’nin aşağısında, güneybatısında, üç mil uzaklıkta bulunan Sevir Dağı'na doğru ilerlemeğe başladılar. Resûl-i Ekrem, bir ara pabuçlarını çıkararak yalınayak yürümek zorunda kaldı. Bu şekilde yürümekten ayakları tahriş oldu. Hz. Ebû Bekir (r.a.), Peygamberimiz’in kâh önüne geçerek önünde yürümekte, kâh arkasına geçerek arkasında yürümekte idi.
Peygamber Efendimiz, ona; “Ya Ebâ Bekir! Niçin böyle yapıyorsun?” diye sordu. Hz. Ebû Bekir (r.a.); “Önünüzü, arkanızı gözetlemek, sizi korumak için” dedi.
Gece karanlığında Sevir mağarasına ulaştılar. Mağara, haşerat ve vahşî hayvanların yuvası idi. Hz. Ebû Bekir (r.a.), içeride yılan veya yırtıcı bir hayvan bulunup bulunmadığını kontrol etmeden Resûl-i Ekrem’i içeri bırakmak istemedi.
Hz. Ebû Bekir (r.a.); “Allah aşkına ben girmedikçe sen girme! Eğer içeride zararı dokunacak bir şey varsa onun zararı sana dokunmasın, bana dokunsun” dedi.
Hz. Ebû Bekr’in Ayağını Bir Yılanın Isırması
Hz. Ebû Bekir (r.a.) mağaraya girdi. Eliyle yerleri yokladı, düzledi. Mağaranın bir tarafında bir delik buldu. İzârını (gömleğini) yırtıp orayı tıkadı. Deliğin geri kalan kısmına da ayaklarını dayadı. Sonra Resûlullah’a; “buyurun!” dedi.
Resûlullah (s.a.v.) içeri girdi. Başını, Hz. Ebû Bekr’in dizine koyup uyudu. O sırada Hz. Ebû Bekir (r.a.)’ın ayağını, ayağı ile kapamış olduğu delikten bir yılan ısırdı. Resûlullah’ı uyandırmak endişesiyle hiç kımıldamadı. Ancak, ağrıdan gözlerinden akan yaş onun yüzüne damlayınca Resûlullah uyandı.
“Ne oldu sana Yâ Ebâ Bekir?” diye sordu.
O da; “Babam, anam sana fedâ olsun! Yılan ısırdı!” dedi.
Resûlullah, ısırılan yere tükrüğünü sürünce, ayağındaki ağrı dindi...
Onun içindir ki, bir hâtıra ve nişan olarak Hz. Ebû Bekir (r.a.)’ın soyundan gelenlerin ayağının altında bu ısırmanın bir işâreti vardır.
Peygamber Efendimiz ile Hz. Ebû Bekr’in Peşine Düşmeleri
Ortalık ağarınca, müşrikler Peygamber Efendimiz’in (s.a.v.) evine daldılar. Hz. Ali’nin döşekten kalktığını görünce;
“Vallâhi Muhammed’in gittiğine dâir daha önce bize söylenen doğru imiş” dediler ve Hz. Ali’ye,
“Nerede arkadaşın, amcanın oğlu?” diye sordular.
Hz. Ali; “Bilmiyorum! Ben, onun üzerinde gözcü müyüm? Siz, onu çıkıp gitmeğe zorladınız. O da çıkıp gitti!” dedi.
Müşrikler, Peygamberimiz’i ele geçiremeyince içlerinde Ebû Cehil de olduğu hâlde, Hz. Ebû Bekir’in kapısına dayandılar. Hz. Ebû Bekir’in kızı Esmâ dışarı çıkınca, “Ey Ebû Bekr’in kızı! Nerede baban?” diye sordular.
Esmâ; “Vallâhi, babamın nerede olduğunu bilmiyorum!” deyince, çok yaramaz, kötü ve hırçın bir adam olan Ebû Cehil öfkelenerek, Esmâ’nın yanağına bir tokat vurdu. Kızın küpesi kulağından fırladı.
Müşrikler Mekke’nin aşağısını, yukarısını aramaya - taramaya koyuldular.
Mekke’nin dört bir yanında Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’i ve Hz. Ebû Bekir’i (r.a.) bulup getirene veya öldürene yüz deve verileceği, tellâllar ile halka duyuruldu. Mekke dağlarında aranmadık, taranmadık yer bırakılmadı.
Her kabîleden ikişer genç silahlandı. Yanlarına Müdliç-oğulları’ndan iyi iz sürücü Alkame’yi de aldılar. Peygamber Efendimiz’le Hz. Ebû Bekr’in izlerini sürerek, Sevr mağarasının yakınlarına kadar gelip dayandılar. Alkame; “Vallâhi, aradığınız kimseler, şu mağaradan ileri geçmemişlerdir. İz burada kesiliyor” dedi. Aradaki mesâfe 40 Zîrâ’a kadar indi.
Hz. Ebû Bekir (r.a.), çok telaşlandı. Resûlullah; “Mahzun olma! Allah bizimledir!” dedi.
Hz. Ebû Bekr (r.a.); (yavaşca) “Yâ Resûlallah! Onlardan birisi şöylece önüne, ayaklarının ucuna bakıverse bizi görür!” dedi.
Resûl-i Ekrem; “Ya Ebâ Bekir! İki kişinin üçüncüsü Allah olursa, sen âkibetin ne olacağını sanırsın?” dedi.
Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerîm’inde bu hâdiseye şöyle işâret eder: “Eğer siz, ona yardım etmezseniz, Allah eder. Allah onu yardımına mazhar etti. Kâfirler onu (Mekke’den) çıkardıkları vakit ikinin birisi iken, ikisi o mağarada iken; o lahzada arkadaşına: ‘Mahzûn olma, şüphesiz Allah bizimle berâberdir’, diyordu. Allah da derhal arkadaşının üzerine sekînetini indirdi ve onu sizin görmediğiniz ordularla teyid eyledi ve o küfredenlerin kelimesini (davet ettikleri küfrü) alçalttı. Allahın kelimesi (tevhid) ise ancak en âlî, en yüksektir. Allah azîzdir, hakîmdir.” (Sûre-i Tevbe, 40)
Mağaranın Önüne Örümceğin Ağ Örmesi, Güvercinin Yuva Yapması
Müşrikler; mağaranın sağını solunu araştırdılar. İçlerinden birisi, mağaranın önünde yuvalanan yaban güvercinini görünce geri döndü. Arkadaşları ona; “Mağaraya ne diye bakmadın?” diye sordular. “Mağaranın ağzında iki yaban güvercininin yuvalandığını gördüm. Bundan, içeride hiç kimsenin bulunmadığını anladım.” dedi.
Ümeyye bin Halef; “Mağaranın ağzı örümcek ağıyla kaplanmış iken, siz ne diye şüphelenip duruyorsunuz? Vallâhi, ben bu ağın Mu-hammed doğmadan önceye âit olduğu kanâatindeyim” dedi. Bâzıları da; «Eğer onlar mağaraya girmiş olsalar, güvercinin yuvası dağılır, yumurtası kırılır, örümceğin ağı da bozulurdu!» dediler. Böylece, müşrikler umduklarına eremeden geri döndüler.
Sevir Mağarası’nda Geçirilen Günler
Hz. Ebû Bekir (r.a.) ve Resûlullâh (s.a.v.), mağaraya perşembe günü geceleyin girmişti. Cuma, cumartesi, pazar gecesini orada geçirdiler.
Hz. Ebû Bekr’in oğlu Abdullah (r.a.), babasından aldığı tâlîmat üzerine, gündüzleri Mekkelilerle bulunur. Onların, Hz. Peygamberimiz ve Hz. Ebû Bekr (r.a.) hakkında söylediklerinden işitebildiklerini, karanlık basınca Sevir mağarasına gelip anlatırdı. Geceyi Peygamber Efendimiz ve Hz. Ebû Bekr (r.a.) ile birlikte geçirdikten sonra, tanyeri ağarırken geceyi Mekke’de geçirmiş gibi, Mekke’ye dönerdi.
Hz. Ebû Bekr’in kızı Esmâ (r.anhâ) ise, geceleri mağaraya yiyecek getirirdi. Hz. Ebû Bekr’in azadlı kölesi Âmir bin Füheyre, Hz. Ebû Bekr’in koyunlarını Mekkelilerin koyunları ile birlikte otlatır, karanlık basınca Hz. Ebû Bekr’in koyunlarını mağaranın önüne getirip bırakırdı. Peygamber Efendimiz ve Hz. Ebû Bekr (r.a.) de, onlardan bir kaba süt sağar, güneşin harâretinden ısınmış temiz taşları içine koyarak sütü ısıtır ve içerlerdi. Âmir bin Füheyre gecenin sonuna doğru gelip koyunlara seslenir, onları da önüne katarak yaymaya götürürdü.
Bu sûretle, Hz. Ebû Bekr’in oğlu Abdullah’ın ve kızı Esmâ’nın mağaraya gelip gittikleri yol üzerindeki ayak izlerini de, koyunları bu izlerin üzerine sürerek belirsiz hâle getirirdi. Bu hâl üzere üç gün geçti.
Halkın, Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) ve Hz. Ebû Bekr (r.a.) hakkındaki arama taramaları biraz yatışır ve tavsar gibi oldu. Kılavuz olarak tutulan Abdullah ibn-i Üraykıt da, kendisine emânet edilen iki deve ile birlikte kendi devesini de yanına alarak pazartesi günü seher vakti Sevr dağının eteğine geldi.
Hz. Ebû Bekr’in Kızı Esmâ’nın ‘Cennet Kuşağı’ İle Müjdelenmesi
Yol azığı olmak üzere bir koyun kesilmiş, eti pişirilmişti. Hz. Ebû Bekr’in kızı Esmâ (r.anhâ), bunu bir dağarcığa koyup bir tulum su ile birlikte mağaraya getirdi.
Esmâ, yemek dağarcığını bağlamak için bağ getirmeyi unutmuştu. Yola çıkılacağı zaman Esmâ, belinden kuşağını çözüp ortasından yırtarak bir parçası ile yemek dağarcığını, öteki parçasıyla da su tulumunun ağzını bağlayınca, bu fedakârlığından memnun olan Peygamberimiz, ona; “Sana Cennette iki kuşak var!” buyurdular. Bundan dolayı Esmâ «Zâtün-nitakayn (iki kuşaklı)» diye anıldı.
Hz. Ebû Bekir’in Babasının Telaşlanması
Hz. Ebû Bekr’in, müslüman olduğu zaman kırkbin dirhemi vardı. O, bunları İslâm dâvâsı uğrunda seve seve harcamaktan geri durmadı. Peygamber Efendimiz’le Mekke’den ayrılacağı zaman, ancak beşbin veya altıbin dirhemi kalmıştı. Bunların bir kısmını yanında götürmek üzere oğlu Abdullah ile mağaraya getirtti.
Esmâ (r.anhâ) der ki: “Babam Ebû Bekir, böyle, malını yanına alıp gidince, dedem Ebû Kuhâfe yanımıza geldi (o zaman gözleri görmezdi); ‘Vallâhi ben, sanıyorum ki, o, bütün parayı yanında alıp götürmüştür!’ dedi.
‘Hayır, dedeciğim! O, bize pek çok para bıraktı!’ dedim ve hemen babamın, evin bacasına koyduğu madeni paraları aldım ve bir örtünün üzerine koyduktan sonra dedemin elini tutup ‘dedeciğim! elini şu para üzerine bir sür’ dedim. Dedem, elini ona koyunca;
‘Eh! Bunu size bıraktığına göre mesele yok. Çok güzel. Artık, bu size yeter! Vallâhi ben, bize bir şey bırakmadı sanmıştım!’ dedi.”
Peygamberimiz’in Sevir’den Ayrılışı
4 Rebîulevvel pazartesi günü Resûlullah (s.a.v.) ve Hz. Ebû Bekir (r.a.) mağaradan çıktılar. Hz. Ebû Bekir, iki devesini de Resûl-i Ekrem’in yanına getirdi ve üstün olanını Resûlullah’a arz ederek; “Anam babam sana fedâ olsun! Buyur yâ Resûlallah!” dedi.
Peygamber Efendimiz; “Ben, bana âit olmayan bir deveye binemem!” deyince,
Hz. Ebû Bekr (r.a.); “O, senindir! Babam anam sana fedâ olsun! Bin!” dedi.
Peygamberimiz (s.a.v.); “Hayır! Bedeli ne ise bana bildirmedikçe ona binemem!” dedi.
Hz. Ebû Bekir (r.a.); “Onu şu kadara filâncalardan satın aldım!” dedi.
Peygamber Efendimiz Kasvâ’yı Hz. Ebû Bekr’in satın aldığı 400 dirhem ile kabûl edince, Hz. Ebû Bekir (r.a.); “Yâ Resûlallah! Artık bu sizindir! Binebilirsiniz!” dedi.
Resûlullah da, Hz. Ebû Bekir de develerine bindiler. Hz. Ebû Bekir (r.a.), azadlı kölesi Âmir ibn-i Füheyre’yi yanına aldı. Yol göstermekte çok mahâretli olan Abdullah ibn-i Üraykıt önlerine düştü. Sevr dağından ayrıldılar.
Peygamber Efendimiz’in Vatan Sevgisi
Resûlullâh (s.a.v.), Mekke’nin aşağısından geçerken devesini Hazvere mevkiinde durdurarak, Mekke’ye mahzun mahzun baktı;
“Vallâhi! Sen Allâh’ın yarattığı yerlerin en hayırlısı, Allah katında en sevgili olanısın! Senden çıkarılmamış olaydım, buradan çıkmazdım. Bana senden daha güzel, daha sevgili vatan yoktur. Kavmim beni senden çıkarmamış olsalardı, çıkmaz, senden başka bir yerde yurt-yuva tutmazdım.” dedi.
Bunun üzerine, Yüce Allah Peygamber Efendimiz’e şöyle vahyetti: “Elbette, üzerine o Kur’ân’ın tebliğini farz kılan Allah, seni, yine döneceğin yere (Mekke’ye) döndürecektir.” (Kasas Sûresi, 85).
Sürâka’nın Hz. Peygamberimiz’i Tâkibi
Kureyş müşriklerinin, Resûlullah ile Hz. Ebû Bekr’i bulana veya öldürene yüz deve va’detmiş olmaları sebebiyle kendine güvenenler onları aramaya koyulmuştu. Çok iyi iz tâkip eden Sürâka, yüz deveyi almak arzu ve iştihâsıyla hemen atının üzerine atladı. Onu, dört nala kaldırıp koşturdu. Resûlullah ile arkadaşlarına yaklaşacağı sırada atının ayakları birdenbire sürçüp yere kapandı. Sürâka da üzerinden yuvarlandı.
Sürâka, tekrâr atına atlayıp koşturmaya başladı. O kadar yaklaştı ki, artık Allâh’ın Resûlü ve arkadaşları Sürâka’yı görüyor, o da, onları görüyordu. Hattâ Sürâka, Resûlullah Efendimiz’in okuduğu Kur’ân-ı Kerîm’i bile işitebiliyordu.
Resûlullah, arkasına hiç dönüp bakmıyordu. Hz. Ebû Bekir (r.a.) ise, sık sık arkasına dönüp bakıyordu.
Buhârî’nin Enes bin Mâlik’ten rivâyetine göre; Hz. Ebû Bekir (r.a.), arkasına dönüp bakınca, bir atlının arkalarından koşup kendilerine yaklaştığını gördü. “Yâ Resûlallah! İşte atlı, gelip bize yaklaştı.” dedi.
Peygamberimiz (s.a.v.) arkasına baktı; “Allah’ım düşür onu!” diyerek duâ etti.
Sürâka gelip yetişince, Hz. Ebû Bekir (r.a.) ağlamağa başladı.
Peygamber Efendimiz, ona; “Niçin ağlıyorsun?” diye sordu.
Hz. Ebû Bekir (r.a.); “Vallâhi, ben kendim için ağlamıyorum. Sana bir zarar gelir diye ağlıyorum!” dedi.
Sürâka, Peygamber Efendimiz’e saldıracağı bir mesâfeye gelince; “Yâ Muhammed! Bu gün seni benden koruyacak kimdir?”diye bağırdı.
Peygamberimiz; “Beni, Cebbâr ve Kahhâr olan Allah korur!” buyurdu,
Cebrâil indi; “Yâ Muhammed! Yüce Allah yeryüzünü sana itâatçı kıldı. Ona dilediğini emredebilirsin” dedi.
O sırada, Sürâka’nın atının iki ön ayağı, dizlerine kadar yere battı. Sürâka da üzerinden yuvarlandı. Atını kaldırmaya zorladı. At da kalkmak için çabaladı. Fakat, bir türlü ayaklarını yerden çıkaramadı. Bunun üzerine.
Sürâka; “Yâ Muhammed! İyice anladım ki, bu senin işindir! Allâh’a duâ et de kurtulayım! Sana hiç dokunmayacağım! Beni görecek kimselere de senden hiç bahsetmeyeceğim” dedi. Sürâka’nın atı kalkıp dikilince, iki ayağının gömüldüğü çukurdan göğe doğru ateş dumanı gibi, tozlu bir duman yükselip dağıldı.
Bunun üzerine, Sürâka; “El-emân!” diye bağırdı.
Resûl-i Ekrem ile arkadaşları durdular. Sürâka da atıyla yanlarına kadar geldi.
Bunca saldırılarından Allah Resûlü’nün bu şekilde koru-nulduğunu görünce Sürâka, “Ben, Sürâka ibn-i Cu’şüm’üm! Bana bakın, benden şüphelenmeyin. Size söyleyeyim ki, artık benden hiçbir zaman hoşlanmayacağınız bir hareket gelmeyecektir! Kavmin, senin hakkında şöyle şöyle va'dlerde bulundu” diyerek Kureyş’in, Peygamber Efendimiz’e ve Hz. Ebû Bekir’e yapmak istedikleri şeyleri birer birer haber verdi. Kendilerine yol azığı ve levâzımı vermek istedi. Almadılar.
Sürâka, Peygamberimiz’e; “Şu ok çantamdan bir ok alıp bununla, filân filân yerdeki develerime ve hizmetçilerime uğra! Ondan dilediğini al!” dedi.
Resûlullah; “Ey Sürâka! Sen İslâm dînini arzu etmedikçe, ben de senin deveni, sığırlarını arzu etmem! Sen, bizi gördüğünü gizli tut, kâfî!” dedi.
Sürâka; “Ey Allâh’ın Resûlü! Bana istediğini emret!” deyince,
Resûlullah: “Yurdunda dur! Hiçbir kimsenin, bize gelip kavuşmasına meydan verme!” dedi. Günün başında Peygamberimiz’in üzerine düşmanca yürüyen Sürâka, günün sonunda, Allah’ın hikmeti ile, âdetâ onu koruyucu oluvermişti. Hz. Peygamberimiz (s.a.v.), Hz. Ebû Bekr’e; “Söyle ona, bizden istediği nedir?” dedi. Hz. Ebû Bekr (r.a.), bunu, Sürâka’ya sorunca, Sürâka; “Benimle aranda bir emân vesîkası olmak üzere bana bir yazı yaz!” dedi.
Resûlullah da, Hz. Ebû Bekir’e; “Ona, istediğini yaz” buyurdu.
Bunun üzerine, Hz. Ebû Bekir (r.a.), Âmir bin Füheyre’ye emretti. O da bir deri parçasına yazıp Sürâka’ya uzattı. Sürâka onu alıp ok çantasına koydu ve geri döndü. Olan bitenlerden hiç kimseye hiçbir şey anlatmadı.
Ebû Cehil, Sürâka’nın böyle eli boş dönüp sustuğunu görünce müslüman olmasından korktu ve onu söylediği beytlerle kötülemeğe, halkın gözünden düşürmeğe çalıştı.
Sürâka da, Ebû Cehil’e verdiği manzum cevabında; “Ey Hakem’in babası! Sen, atımın ayakları yere battığı zamanki hâlini bir görmüş olaydın, anlar ve hiç şüphe etmezdin ki, Muhammed delilli ve hüccetli Peygamberdir. Artık, ona kim dayanabilir?. Sana yaraşan, Kureyş kavmini, ona saldırmaya kışkırtmak değil, saldıranlara engel olmaktır. Ben, sanıyorum ki, onun yaymak ve duyurmak istediği şey, elbette bir gün gelişecek ve yayılacaktır. Öyle ki, bütün halk, ona çatmayı değil, ona uymayı ve kendisiyle sulh içinde bulunmayı isteyecektir!” dedi.
Medîne Yolculuğunun Sür’atlendirilmesi
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Harrar’dan geçişinin ertesi günü, Talha bin Ubeydullah ve Zübeyr ile buluştu.
Bunlar, Şam’dan ticâret kâfilesiyle gelip Mekke’ye gitmekte idiler. Peygamber Efendimiz’le Hz.Ebû Bekr’e birer beyaz Şam maşlahı (elbisesi) giydirdiler ve Medîneli müslümanlardan birisinin; “Resûlullah ve arkadaşları, geciktiler!” dediğini haber verince, Peygamber Efendimiz, hareketini hızlandırdı.
Büreyde’nin Müslüman Oluşu
Kureyş müşriklerinin, Peygamberimiz’i tutup getirene 100 deve verecekleri va'dini işiten Büreyde ibn-i Husayb, âile efradından 70 atlı ile berâber yola çıkmışlardı. Amîm mevkiine eriştiği zaman, gelip Peygamber Efendimiz’e kavuştular.
Peygamberimiz ona; “Sen kimsin?” diye sordu.
Büreyde; “Ben, Büreyde’yim!” dedi.
Resûlullah (s.a.v.), Hz. Ebû Bekir’e dönüp; “Ya Ebâ Bekir! İşimiz serinledi ve düzeldi.” dedi.
Resûlullâh Büreyde’ye; “Kimlerdensin?” diye sordu.
Büreyde; “Eslem kabîlesindenim!” dedi.
Peygamberimiz, Hz. Ebû Bekir’e; “Selâmete erdik” dedi.
Büreyde’ye; “Eslem’in kimlerinden, hangilerindensin?” dedi.
Büreyde; “Sehimoğullarındanım!” dedi.
Peygamber Efendimiz; “Ya Ebâ Bekir! Okun çıktı!” dedi.
Büreyde, Peygamber Efendimiz’e; “Peki, ya sen kimsin?” diye sordu.
Peygamber Efendimiz; “Ben Abdülmuttalib’in oğlu Abdullah’ın oğlu Muhammed’im ve Allâh’ın Resûlüyüm” buyurdu ve onu, İslâmiyete dâvet etti. Büreyde de, yanındakiler de, şehâdet getirerek müslüman oldular.
Yanlarındaki biraz sütü, Peygamber Efendimiz’e takdim ettiler. Onu Peygamber Efendimiz ile Hz. Ebû Bekr (r.a.) içti.
Büreyde, hayvanlarının sütünün az olmasından şikâyetlendi. Peygamberimiz de onlara bereket duâsı etti.
Peygamber Efendimiz, yatsı namazını orada, bu yeni müslümanlarla birlikte kıldı. O gece, Büreyde, Meryem Sûresi’nin baş tarafından bir kısmını, Peygamber Efendimiz’den öğrendi.
Sabahleyin, Büreyde; “Yâ Resûlallah! Yanında bir bayrak olmadan Medîne’ye girmen uygun düşmez!” dedi. Sarığını çıkardı. Mızrağının ucuna bağladı. Medîne’ye girinceye kadar, Peygamber Efendimiz’in önünde onu taşıyarak yürüdü.
Büreyde, daha sonraları takdîs-i ni’met olarak hep; “Allâh’a hamd olsun ki Sehimoğulları, hiç zorlanmadan boyun eğdiler, müslüman oldular!” derdi.
Resûl-i Ekrem (s.a.v.), onun hakkında; “Ashâbımdan bir zât bir memlekette ölecek. O, kıyâmet gününde, o memleketin nûru ve halkının reîsi olacaktır!” buyurmuştu.
Hz. Büreyde (r.a.), İslâm mücâhitleriyle Horasan’a kadar gitmiş, Merv’de vefât etmiştir.
Peygamberimizin Kubâ’ya Gelişi ve Burada Müsafir Olduğu Ev
Kubâ; Medîne’nin güneyinde, iki mil uzağında, üzüm bağları, hurma, incir ve nar bahçeleri bulunan sevimli bir köy idi.
Resûlullah (s.a.v.) ashâbı ile berâber, rebîulevvel ayı içinde bir pazartesi günü kaba kuşlukta, Kubâ’ya eriştiler.
Kendileri, burada ikâmet etmekte olan Amr ibn-i Avf âilesinden Gülsüm ibn-i Hidm’in evine indiler.
Hz. Ebûbekir (r.a.) ise, Hâris ibn-i Hazrec oğullarından Hubeyb ibn-i İsâf’ın evine indi.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) Gülsüm ibn-i Hidm’in evine inmekle berâber, Sa’d ibn-i Hayseme’nin evine gidip orada müslümanlarla oturup konuşurdu.
Hz. Ali’nin Kubâ’ya Gelişi
Hz. Ali (r.a.), halkın Peygamberimiz’e emânet ettikleri şeyleri, Mekke’deki sâhiplerine vermek için geri kalmıştı. Hz. Ali, Ebtah’da (Mekke Vâdisinde) dikilerek; “Kimin, Resûlullah katında bir emâneti varsa, gelsin, emânetini kendisine teslim edeceğim!” diye seslendi. Emanetleri sahiplerine teslim etti.
Mekke’de üç gün, üç gece daha kaldıktan sonra, o da gelip Gülsüm ibn-i Hidm’in evinde Peygamber Efendimiz’e kavuştu.
Gelirken, gündüzleri gizlenmiş, geceleyin yürümüştü. Kubâ’ya geldiği zaman, ayaklarının altı kabarıp yarılmış bir hâlde idi. Resûl-i Ekrem, onu görünce kucakladı ve şefkatinden ağladı. Hemen, ayaklarını meshedince ıztırâbı dindi.
Kubâ Mescidi’nin İnşâsı
Resûlullah Efendimiz (s.a.v.), Kubâ’da Amr ibn-i Avfoğulları ya-nında 14 gece kaldı ve Kubâ Mescidi’ni yapıp içinde namaz kıldı.
Resûl-i Ekrem Kubâ Mescidi’ni yapmak istediği zaman; “Ey Kubâ’lılar! Bana Harre’den taş getirin!” dedi.
Yanına bir hayli taş toplandı. Resûlullah (s.a.v.), yanındaki asâ ile kıbleyi çizdi. Eline bir taş alıp oraya koydu.
“Yâ Ebâ Bekir! Bir taş al, benim taşımın yanına koy!”
“Ey Ömer! Sen de bir taş al, Ebû Bekr’in taşının yanına koy!”
“Ey Osman! Sen de bir taş al, Ömer’in taşının yanına koy!” dedi.
Resûlullâh, sanki bu sûretle onların halîfelik sıralarını da işâretliyordu.
Bundan sonra, Peygamberimiz orada bulunanlara dönüp; “Herkes, alacağı taşını şu çizgi üzerinde arzu ettiği yere koysun!” dedi.
Peygamber Efendimiz Kubâ Mescidi’nin ilk taşını kıble tarafına koydu. Daha sonra, sırası ile Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Osman(r. anhüm) oraya gelerek birer taş koymuşlar, sonra da bütün halk yapı işine koyulmuştur. Resûl-i Ekrem, hayâtı boyunca her cumartesi günü yaya veya binitli olarak Kubâ Mescidi’ne gelir, orada iki rekât namaz kılardı.
Kubâ Mescidi’nde namaz kılmanın, umre yapmak gibi olduğu, kılınacak namazın, kılana bir umre sevâbı kazandıracağı, Peygamber Efendimiz tarafından bildirilmiştir.
Cenâb-ı Hak, Kur’ân-ı Kerîm’inde bu mescidi medh-ü senâ ediyor ve buyuruyor ki; “Tâ ilk gününden, temeli takvâ üzere kurulan bu mescidde namaza durmak daha doğrudur. Orada temizliği ve nezâhati pek seven insanlar var, Allah da zâten temiz olanları sever.” (Tevbe Sûresi, 108)
Resûl-i Ekrem (s.a.v.), Kubâ’dan Medîne’ye hareket etmek istediği zaman, dedesi Abdülmuttalib’in dayıları olan Neccâroğullarına haber gönderdi. Onlar da yüz kişilik bir kâfile hâlinde silahlanıp geldiler. Peygamber Efendimiz’le Hz. Ebû Bekr’e selâm verdiler ve “Siz düşmanlarınızdan emin, dostlarınız da size itâatçı olduğu hâlde develerinize bininiz!” dediler.
Resûl-i Ekrem devesine bindi. Hz. Ebû Bekir (r.a.) de bindi. Hz. Peygamberimiz önde, Hz. Ebû Bekr (r.a.) arkada, Medîneli müslümanlar da sağ ve sol yanlarında oldukları hâlde, cuma günü Kubâ’dan hareket ettiler.
Rânûnâ Vâdîsi’nde İlk Cumâ Namazı
Sâlim ibn-i Avfoğulları’nın yurdundan geçerken öğle vakti girmişti. Peygamber Efendimiz cuma namazının farz kılındığını ashâbına tebliğ buyurdular ve burada ilk cuma namazını kıldılar. Orada iki hutbe îrâd ettiler.
İlk hutbede, kalkıp Allâhü Taâla’ya hamd ü senâ ettikten sonra şöyle buyurdular:
“Ey mü’minler! Kendiniz için âhiret azığı hazırlayın ve onu kendinizden önce gönderin. Elbette bilirsiniz ki, muhakkak ölecek ve sürünüzü çobansız bırakacaksınız! Sonra birinize Rabbü'l-âlemîn, arada bir tercüman ve perdedâr bulunmaksızın ‘Sana Resûlüm gelip, buyruklarımı tebliğ etmedi mi? Ben sana mal verdim, ihsanlarda bulundum, sen bu nîmetlerden kendine âhiret payı ayırdın mı?’ diyecek. O kimse sağa ve sola bakacak, hiçbir şey görmeyecek! Sonra, önüne bakacak, orada cehennemden başkasını görmeyecek!
“Öyle ise yarım hurma ile de olsa, cehennemden kendisini korumaya gücü yeten hemen o hayrı işlesin. Onu bulamayan da güzel bir sözle kendisini korumağa çalışsın. Çünkü, bir iyiliğe on mislinden yediyüz misline kadar sevap verilir. Allâh’ın selâmı, rahmet ve bereketi üzerinize olsun!”
Resûlullâh (s.a.v.), hutbesinin ikinci kısmında şöyle buyurdu:
“Allâh’a hamd olsun! Allâh’a hamd ederim ve ondan yardım dilerim! Nefislerimizin şerlerinden ve kötü amellerimizden Allâh’a sığınırız. Allâh’ın doğru yola ilettiğini, kimse saptıramaz! Saptırdığını da kimse doğru yola iletemez! Şahâdet ederim ki, Allah’dan başka ilâh yoktur! O, birdir, şerîki yoktur.
“Sözlerin en güzeli Allâh’ın Kitâbı’dır. Allah, kimin kalbini Kur’ân ile süsler ve onu küfürden sonra İslâmiyete sokar, o da Kur’ân’ı başka sözlere tercih ederse, işte o kimse felâh bulmuştur. Doğrusu, Kitâbullah, sözlerin en güzeli ve en beliğidir.
“Allâh’ın sevdiğini seviniz! Allâh’ın kelâmından ve zikrinden usanmayınız! Allâh’ın kelâmından kalbinize darlık gelmesin. Çünkü kelâmullah, her şeyin üstününü ayırıp seçer, amellerin hayırlısını, kulların güzîdesi olan peygamberleri, kıssaların iyisini zikreder, helâl ve haramı beyân eyler.
“Artık, Allâh’a ibâdet ediniz ve ona bir şeyi şerîk koşmayınız! Ondan gereği gibi korkunuz. Yaptığınız iyi işleri, diliniz te’yid etsin. Aranızda Allâh’ın kelâmı ile sevişiniz. Muhakkak biliniz ki, Allah, ahdini bozanlara gazap eder. Esselâmü aleyküm!”
Bir Yahûdînin Peygamber Efendimiz’i Uzaklardan Görmesi
Medîne’deki müslümanlar, Peygamberimiz’in Mekke’den yola çıktıklarını işittikten sonra, hergün, sabah namazını kıldıktan sonra Harre mevkiine çıkarak, öğle sıcağı basıncaya kadar Resûlullâh’ı beklerlerdi. Yine bir gün, uzun uzun bekledikten sonra dönmüşlerdi. Evlerine girdikleri sırada, yahûdîlerden birisi, kendisine âit bir işi için kulelerden birisinin üzerine çıkıp uzakları gözetlerken, Peygamber Efendimiz ile ashâbının beyazlara bürünmüş hâlde gelmekte olduklarını gördü. Yahûdî, müslümanların Peygamber Efendimiz’i bekleyip durduklarını biliyordu. Hemen yüksek sesle;
“Ey Arab topluluğu! Ey Kayle oğulları! İşte nasîbiniz, devletiniz, gelmesini bekleyip durduğunuz ulu adamınız geliyor!” diyerek haykırdı.
Medineli Müslümanların Peygamberimiz’i Karşılamaları
Yahûdînin sesini işiten Medîneli müslümanlar, Peygamber Efendimiz’i karşılamak için, silâhlanıp, evlerinden dışarı fırladılar. Amr ibn-i Avf oğulları’nın getirdikleri tekbirlerle yerler sarsıldı. Peygamber Efendimiz’le (s.a.v.) Hz. Ebû Bekr (r.a.) Harre’de iken, geldiklerini haber vermek için, Bâdiye halkından birisini de Ebû Ümâme’ye ve adamlarına göndermişlerdi. Karşılamaya çıkan 500 kişi, Resûlullâh’a Harre’de kavuştular.
Karşılayıcılar geldikleri zaman, Resûl-i Ekrem Efendimiz bir hurma ağacının gölgesinde oturuyorlardı. Hz. Ebû Bekir (r.a.) de Resûlullah’ın yanında bulunuyordu. Karşılamaya gelen Medîneli müslümanların çoğu Resûlullah’ı hiç görmedikleri ve Hz. Ebû Bekir’i eskiden tanıdıkları için, önce onu selâmlıyorlar, onunla konuşuyorlardı. Resûl-i Ekrem (s.a.v.) ise hep susuyor, konuşmuyordu.
Medîneli müslümanlar, Peygamber Efendimiz’i ancak, üzerinden gölge çekilip de Hz. Ebû Bekir (r.a.) onu maşlahı ile güneşten gölgelemeye çalışırken tanıyabildiler.
Peygamberimiz’in Medîne’ye Girişi ve Medînelilerin Sevinci
Hz. Peygamberimiz, Cumâ namazından sonra devesi Kasvâ’ya bindi ve yularını da onun başına doladı. Peygamberimiz önde Hz. Ebû Bekir (r.a.) arkada, yolun iki yanını dolduran yaya ve binitli müslümanlar da yanlarında olduğu hâlde Medîne’nin içine doğru hareket etti.
Medîne, sevinçten çalkalanıyordu!
Berâ ibn-i Azîb demiştir ki; “Resûl-i Ekrem Medîne’yi teşrîf ettiği zaman Medînelilerin, Resûlullah’a sevindikleri kadar hiçbir şeye sevindiklerini görmedim. Hattâ kadınlar, kızlar, çocuklar ‘Câe Resûlullah, Taleat aleyneş-Şems, (Resûlullah geldi, Allâh’ın Peygamberi geldi, üzerimize güneş doğdu, ne mutlu bize)’ diye sevinç izhâr ediyorlardı.”
Enes bin Mâlik (r.a.), Peygamber Efendimiz’in Medîne’ye girdiği günden daha güzel ve daha parlak bir gün görmediğini söyler.
Halebî’nin Hz. Âişe’den rivâyetine göre, Peygamberimiz, Medîne’ye girdiği zaman kadınlar, çoluk çocuk hep bir ağızdan: (Talea’l-bedru aleynâ ...)
“Bedir (Dolunay) Vedâ dağının sırtlarından çıkıp bize doğdu. Dâvetçinin Allâh’a dâveti devâm ettikçe (kıyâmete kadar) bize de şükür vacip oldu. Ey bize gönderilen peygamber, sen itâat olunan emirle gel-din” meâlli kasîdeyi söylüyorlardı.
Erkekler ve kadınlar evlerin damlarına çıkmışlar, gençler ve hizmetçiler yollara dökülmüşler, «Resûlullah geldi, üzerimize gün doğdu» diye bağrışıyorlardı.
Medînelilerin Peygamberimiz’i Müsâfir Etmek İçin Yarışması
Sâlim ibn-i Avf oğulları âilesinden İtban ibn-i Mâlik ve Abbas ibn-i Ubâde, Resûlullah’ın devesi Kasvâ’nın önüne geldiler; “Yâ Resûlallah! Bizim yanımızda otur. Biz çok saygılı, hazırlıklı, emrine âmâde bir topluluğuz!” dediler.
Resûlullah gülümseyerek; “Hayra erin, deveye yol verin! Ona, gideceği yer buyurulmuş, duyurulmuştur!” dedi.
Yol verilince deve, Beyzâoğulları’nın hizâsına kadar gitti. Beyzâoğulları’ndan Ziyâd ibn-i Lebîd ile Ferve ibn-i Amr gelip, onlar da aynı şekilde; “Yâ Resûlallah, bize buyur, biz çok saygılı, hazırlıklı, emrine âmâde, seni koruyup savunabilecek kudrette bir topluluğuz!” dediler.
Resûl-i Ekrem, yine gülümseyerek; “Hayra erin! deveye yol verin! Ona, gideceği yer buyurulmuş, duyurulmuştur!” dedi.
Yol verdiler. Deve, Sâideoğulları’nın evini geçeceği sırada Resûl-i Ekrem Efendimiz’in hânelerini teşrif etmesini çok arzu eden Sâideoğulları’ndan Sa’d ibn-i Ubâde ile Münzir ibn-i Âmir devenin önüne gerildiler, yine onlar da aynı şekilde; “Yâ Resûlallah! Bize buyur!, biz, çok saygılı, hazırlıklı, emrine âmâde, seni koruyup savunabilecek kudrette bir topluluğuz!” dediler.
Ancak, Peygamber Efendimiz yine gülümseyerek; “Hayra erin! Deveye yol verin! Ona gideceği yer buyurulmuş, duyurulmuştur!” dedi.
Yol verdiler. Hülâsa müsâfir etmek için Ashâb-ı Kirâm birbiriyle ya-rışıyor, hattâ bâzıları devenin durmasını, evlerine sapmasını temin için hemen evlerinin önüne deve yiyeceği koyuyorlardı. Fakat o mübârek deve, hiçbirine iltifat etmiyor, ilham olunan yere doğru âheste âheste ilerliyordu.
Kasvâ nihâyet Neccâroğulları’nın evine kadar gitti ve Peygamberimiz’in bugünkü mescidlerinin bulunduğu yere çöküverdi. Burası o zaman Neccaroğulları’ndan Sehil ve Süheyl adlarında iki yetim çocuğa âit hurma kurutma yeri idi. Peygamber Efendimiz Kasvâ’nın üzerinden inmedi. Deve ayağa kalktı. Biraz yürüdükten sonra, ilk önce çöktüğü yere geldi ve oraya tekrar çöktü, kalkmadı. Peygamber Efendimiz;
“İnşaallah menzilimiz burasıdır!” diyerek deveden indi. O sırada, Ebû Eyyûb Hâlid ibn-i Zeyd el-Ensârî ile zevcesi de oraya koşup gel-mişlerdi. Ebû Eyyûb devenin palanını ve yükünü üzerinden indirdi ve büyük bir sevinç ile evine götürüp koydu.
Neccaroğulları’nın küçük kız çocukları def çalarak çıkmışlar; “Biz, Neccaroğulları’nın kızlarıyız! Muhammed’in hısımlığı, komşuluğu ne hoş, ne mutlu!” diyerek, neşîdeler okumaya başlamışlardı.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) onlara; “Beni seviyor musunuz?” diye soruyor, Onlar da;
“Yâ Resûlallah! Seviyoruz! Seviyoruz!” diyorlardı, Peygamberimiz de; “Allah biliyor ki: Vallâhi, ben de sizi seviyorum! Vallâhi, ben de sizi seviyorum! Vallâhi, ben de sizi seviyorum!” buyurdular.
Peygamberimiz’in Hz. Hâlid ibn-i Zeyd’e Müsâfir Oluşu
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) devesinden indikten sonra; “Akrabalarımızın hangisinin evi, buraya daha yakındır?” diye sorunca,
Hâlid ibn-i Zeyd Ebû Eyyûb El-Ensârî Hazretleri; “Yâ Resûlallah! Benim evim daha yakındır! İşte evim şurası, kapısı da şurası! devenin palanını ve yükünü de oraya indirdik.” dedi.
Peygamberimiz; “Kişi binitinin ve ağırlıklarının yanında bulunur! Git, bizi kabûl için de yer hazırla!” dedi.
Hz. Hâlid ibn-i Zeyd’in iki katlı evi vardı. Resûlullah Efendimiz; “Gelip gidenim çok olur, siz üst katta oturun, ben alt katta olayım.” deyince,
Hz. Hâlid ve âilesi “Bu bize çok ağır geliyor. Ne olur siz üst katta olun Yâ Resûlallah!” diye israr ettiler.
Bunun üzerine Resûlullah Efendimiz üst kata çıktılar ve orada yedi ay müsâfir oldular.
Resûl-i Ekrem, devesinin ilk çöktüğü yerin kime âit olduğunu sordu. Muaz ibn-i Afrâ da; “Yâ Resûlallah! orası, Amr’ın yetimleri Sehil ve Süheyl’indir.” dedi.
Bilâhare, bu arsa Peygamber Efendimiz tarafından satın alındı. Resûlullah, arsanın bedeli olan 10 miskal altını ödeme işini Hz. Ebûbekir (r.a.)’e havâle etti. Buraya Mescid-i Nebevî inşâ edildi. Yanına Peygamber Efendimiz’in ikâmetine has odalar yapıldı. Mescid-i Şerîf inşâ olunurken gerek Muhâcirler ve gerekse Ensâr canla başla çalıştılar. Peygamber Efendimiz de taş taşıdılar.
O zaman kıble, Kudüs’deki Beyt-i Makdis olduğundan, kapısı güney tarafına bırakılmıştı. Sonra, kıble Ka’be’ye çevrilince tâdilât yapılarak kuzey tarafından kapı açıldı.
Hicretin Târih Başlangıcı Oluşu
Milletler, kendilerince mühim bir hâdiseyi târih başlangıcı kabûl etmişlerdir. Hıristiyanlar, Hz. Îsâ’nın doğumunu (ki, mîlâdî târih başlangıcıdır.), İslâm’dan önce Araplar da, Fil Vak’ası’nı târih başlangıcı kabûl etmişlerdi. Peygamber Efendimiz’in Mekke’den Medîne’ye hicreti mîlâdî 622 yılında muharrem ayında vukû’ bulmuştur.
Resulullâh’ın hicreti, çok mühim bir hâdise olması îtibâriyle Hz. Ömer (r.a.)’in hilâfeti zamanında, târih başlangıcı kabûl edilmiştir.