İlk Müslüman Türk Devletleri

İDİL (VOLGA) BULGARLARI

Yedinci asrın başlarında (M. 600-700 arası), Bulgarların iki kolundan biri, Karadeniz'in şimâlinden göç edip Tuna boyuna yerleşti.

 

Diğer Bulgar kolu da, şimâle doğru çekilerek orta İdil boyuna yer­leşti. Bunlara İdil Bulgarları denildi. Bügünkü Tatarların ve Çuvaşlar’ın yaşadıkları yer, memleketleriydi.

 

İdil Bulgarları, İskandinav, Rus ve Baltık Ülkeleri, Türkistan, İran, Arap ve Bizans ticâret yolları arasında bulunduklarından karşılıklı ti­câret yapıyorlardı. İslâm ülkelerinden gelen tüccarlar vâsıtasiyle, İslâm dîni İdil Bulgarları arasında kısa zamanda yayıldı. Hükümdârları Almış Han müslüman oldu ve M.920’de Bağdat’taki halîfeye elçi gön­derip halkına İslâm dînini öğretecek âlimler gönderilmesini istedi.

 

Halîfe Muktedir Billâh da, M. 922’de İdil Bulgarları’na bir heyet gönderdi. Bu heyette bulunan İbnü Fadlân, bu ülkede görüp duydukla­rını, daha sonra seyâhatnâmesinde anlatmıştır.

 

13’ncü asra kadar refah içinde yaşayan İdil Bulgarları, M.1236’da Moğollar’ın saldırısı ile yıkıldı, halkı kılıçtan geçirildi. Geriye kalanlar, Altınordu hâkimiyetinde yaşadılar.

Karahanlılar İslâm'ı M.940’da kabûl ettiğine göre, ilk Müslüman Türk Devleti İdil Bulgarları’dır.

 

SÂMÂNOĞULLARI

(Hicrî: 203-394; M. 819-1005)

 

Sâmânoğulları doğu İran’da kuruldu. Bunların dedesi Hudât, Zer­düşt dînini bırakarak, Emevî vâlîsi Esed bin Abdullâh’ın yanında müs­lüman olmuştu. Torunları, Emevîler’den sonra Abbâsîler’in hizmetine girdi. Abbâsî halîfelerinin hâkimiyet ve nüfûzu zayflayınca zâhirde ona bağlı bir devlet kurdular.

 

Sâmânoğulları, Türklerin İslâmiyetle irtibâtında köprü vazîfesi yap-tılar. Karahanlılar ve Gazneliler’le yaptıkları mücâdelelerde İslâmiyet’i Türkler arasında yayarak, Karahanlılar’ın islâm devleti hâline gelme­sini sağladılar. Zamanla bozulup sonunda zayıf düştüler. Son Sâmânî emîri İsmâil el-Muntasır’ın öldürülmesiyle toprakları, Karahanlılar ve Gazneliler’in hâkimiyetine geçti.

 

Sâmânoğulları, aslında Fars İslâm Devleti’dir. Ancak, tebeası içinde çok sayıda Türk de bulunmakta idi. Bu sebeple, bâzı târih kitaplarında bu devlet, ilk müslüman Türk devletleri arasında zikredilir.

 

Ünlü tabîb İbni Sînâ, Sâmânoğularının son devrinde yetişmiştir. İlim ve san'atlarda gelişme sağlanmış fakat dînî yönden gevşeme ve bozulmalar görülmüştür. EskiÎrân tarihi ve kültürü canlandırılmağa çalışılmıştır.

 

KARAHANLILAR

(Hicrî: 225-608; M. 840-1212)

 

Karahanlılar, Türkistan ve Mâverâünnehir’de (Ceyhun nehri’nin doğusunda kalan yerlerde) hüküm süren ilk Müslüman Türk devleti­dir. Uygur devletinin yıkılmasından sonra Karluk, Çiğil ve Yağma adlı Türk boyları tarafından kuruldu. Sâmânîlerle mücâdele eden Ka­rahanlılar, hükümdârları Satuk Buğra Han’ın müslüman olmasıyla, kabîleler hâlinde islâmiyeti seçtiler. 940 yılında müslüman oldular. Uzun süren kardeş kavgaları netîcesinde ülke ikiye bölününce, Nay­manlar ve Harzemşahlar tarafından yıkıldılar.

 

GAZNELİLER

(Hicrî: 351-582; M. 963-1187)

 

Gazneliler, Gazne’de, Sâmânoğulları’nın umûmî vâlisi Alptekin ta­rafından kuruldu. Başlangıçta Sâmânoğulları devletine bağlı olan bu devlet, Gazneli Mahmud’un hükümdârlığında istiklâlini kazandı. Ab­bâsî halîfesi el-Kâdir Billah adına hutbe okutan Gazneli Mahmud, 17 defa Hindistan’a sefer yaptı. Böylece Hindistan’daki bir çok Hint raca­larının(45) müslüman olmalarına vesîle oldu. İran’daki Büveyhîler’i ye­nerek, bölgedeki şîî tehlikesini ortadan kaldırdı.

 

Peygamber Efendimiz’e ve ashâbına çok büyük hürmet gösteren Gazneli Mahmud, vezîrinin Muhammed ismindeki oğlunu, abdesti ol­madığı zamanlarda ismini söylemeden çağırmıştır.(46)

 

Yiğit, mert ve cömert olan Gazneli Mahmud, ömrünü gazâlarla geçir­mişti. M.1030 senesinde vefât ettiğinde yerine oğlu Mes’ud geçti. Sultan Mes’ud, Selçuklu ordusuna Dandanakan meydan muhârebesinde yeni­lince, muhâfızları tarafından hapsedildi ve yeğeni tarafından hapis­hânede öldürüldü. Sultan Mes’ud öldürülünce ülkede iç karışıklıklar ve taht mücâdeleleri başladı. Gazneliler, M. 1117’den itibâren Selçuklular’a tâbî oldular. Son hükümdâr Hüsrev Melik’in Gurlular’a esir düşmesiyle, Gazneliler Devleti yıkılıp târih sahnesinden çekildi. (M. 1187)

 

Bütün Hindistan ve uzakdoğuya islâm dînini yayan Gazneliler dev­rinde, büyük ilim adamları, şâirler ve edipler yetişmiştir. Ebû Reyhan El-Bîrûnî en meşhurlarından biridir.

 

SELÇUKLULAR

(Hicrî:431-551; M.1040-1157)

 

Selçuklular, Türk-İslâm devletlerinin en büyüklerindendir. Oğuz­lar’ın Üçoklar kolunun Kınık boyuna mensupturlar. Îtikadda Mâtürîdî, amelde Hanefî olup Ehl-i Sünnet’tirler.

 

Hânedâna adını veren Selçuk Bey, siyâsî ve iktisâdî sebeplerle göçe­rek muhtemelen M. 985’lerde, Seyhun Nehri’nin kenarındaki Yeni Kent’den Cend’e gelmiş burada idâresindekilerle berâber İslâmiyeti kabûl etmişti. Bunun üzerine müslümanlardan destek alarak güçlendiler.

 

Selçuk Bey, Mîkâil, Arslan, Yusuf ve Musâ adlı dört oğlu ile Sel­çuklu Devleti’nin temelini attı. Ve en büyük oğlu Mîkâil’den olan Tuğ­rul ve Çağrı adında iki torun bırakarak yüz yaşlarında iken vefat etti.

 

Çağrı ve Tuğrul kardeşler, M. 1040’da, Gazneli Sultan Mesud’u Dandanakan’da yendiler ve o zaman, Çağrı’nın Tuğrul’u Sultan îlân etmesiyle Selçuklu Devleti kurulmuş oldu.

 

Tuğrul Bey’e, Bağdat şehrine ve halîfeliğe hizmetleri sebebiyle, Ab­bâsî Halîfesi el-Kâim bi-Emrillah tarafından “Doğu ve Batının Sultanı” ünvânı verildi.

 

Tuğrul Bey’in ölümünden sonra, Çağrı Bey’in oğlu Alparslan 1063 yılında sultan oldu. Nizâmülmülk’ü vezir tâyin eden Sultan Alparslan, ülkesini doğu ve batıya doğru genişletti. Doğu Anadolu’da Kars yakın­larındaki Ani kalesini fethedince, halîfe tarafından kendisine “Ebü'l-Feth” ünvânı verildi.

 

Sultan Alparslan’ın, Bizans imparatoru Romanos Diogenes ile 26 Ağustos 1071’de yaptığı Malazgirt meydan muhârebesi, tarihte çok mühim bir sayfa teşkil eder.

 

İki ordu Malazgirt ovasında karşı karşıya geldiler. Bir tarafta iki yüz bin kişilik Bizans ordusu, diğer tarafta ise, elli dört bin kişilik, sayıca az fakat inanmış, mâneviyatı kuvvetli Türk ordusu vardı. Alparslan dö­külecek kanlardan mes’ûl olmamak için önce sulh teklifinde bulundu.

 

Mağrur Bizans imparatoru Diojen “Ben ve ordum İsfehan’da, atla­rım da Hemedan’da kışlar.” diyerek teklifi reddetti.

 

Elçiler ona şu mânîdâr cevabı verdiler: “Atlarınızın Hemedan’da kışlayacakları belli, ama sizin nerede kışlayacağınızı Allah bilir.”

 

Sultan Alparslan, muhârebeden evvelki son gecede, secdeye vardı ve gözyaşlar ile; “Allâhım! Seni kendime vekil yapıyor, azametin kar­şısında yüzümü yere sürüyor ve senin rızân için savaşıyorum. Ya Rabbi! Niyetim hâlistir. Bana yardım et! Ordumu muzaffer eyle, benim günahlarım sebebiyle onları kahreyleme!” diye yalvardı.

 

Muhârebe günü cephede hep birlikte cuma namazı kılındı. Göz yaş­ları arasında yapılan duâdan sonra beyaz elbisesini giyen Alparslan, atının kuyruğunu kendi elleriyle bağladı, atına bindi, askerlerine döne­rek; “Ey askerlerim! Eğer şehid olursam bu beyaz elbisem kefenim olsun. O zaman, oğlumuz Melikşah elbet başbuğdur” diye seslendiği an, heyecandan bir yay kirişi gibi titreyen mücâhitler hep bir ağızdan “Allah seni başımızdan eksik etmesin sultânım” dediler.

 

Alparslan, kahraman askerlerini bir baba şefkatiyle süzdükten sonra; “Küffârın sayısı çok, silâhları fazla. Bizim sayımız az fakat Al­lâhü Teâlâ bizimle. Bugün burada sultan yoktur. Ben de sizlerden biri­yim. İsteyen dönüp gidebilir, haklarımızı onlara helâl ettik.” derken iyice bilenmiş olan gâzîler hep birlikte “Hâşâ! Ölmek var, dönmek yok sultânım” dediler.

 

Alparslan son derece kurnazca bir harp taktiği plânlamıştı. Hilâl şeklinde yaydığı ordusuyla akşama kadar Malazgirt meydanında dö­vüştü. Şaşkına dönen Bizans ordusu hilâlin içine düştü. Büyük bir şid­detle ortaya atılan Alparslan’ın ordusu, iki yüz bin kişilik Bizans ordusunu perîşan etti. İmparator da esir edildi. Bu büyük muhârebe netîcesinde kazanılan zafer, Müslüman Türkler’e Anadolu’nun kapı­sını açtı.

 

Sultan Alparslan vefât ettiğinde (H. 464, M. 1072), devletin toprak­ları doğuda Orta Asya'dan, batıda Akdeniz kıyılarına kadar yayılmıştı. Alparslan’ın yerine oğlu Melikşah sultan oldu. Melikşah zamanında fetihler devam etti. Amasya ve civârından Karadeniz’e kadar; Filistin, Sûriye, Hicâz, Yemen ve Anadolu fethedildi, Şîî Fâtımîlerle mücâdele edildi.

 

Sultan Melikşâh’dan sonra saltanat mücâdelesi başladı. Son Büyük Selçuklu hükümdârı Sultan Sencer’in H.552 senesinde ölümüyle Büyük Selçuklu Devleti; Irak-Horasan, Suriye, Kirman ve Anadolu Selçuk­luları olmak üzere dörde bölündü. Bunlardan Irak-Horasan ve Kirman Selçukluları; Harzemşahlar Devleti adıyla birleşince, Büyük Selçuklu Devleti’nin vârisi olduklarını iddiâ ettiler. Anadolu ve Suriye Selçuklu­ları ise ayrı devletler hâline geldi.

 

HARZEMŞAHLAR

(Hicrî: 470-628; M.1097-1231)

 

Harzemşahlar, 11. yüzyılın sonlarında Harezm bölgesinde kurulan Türk devletidir. (Hazar denizinin doğusu ile Ceyhun Nehri’nin aşağı mecrâsının arasında yer alan bölgeye Harezm denir.)

 

Harzemşahlar’ın atası Anuştekin, bir Türk kölesiydi. Satın alınarak Selçuklu sarayına getirilmiş ve özel olarak yetiştirilmişti. Harezm vâli­liği de yapan Anuştekin ölünce, oğlu Kutbeddin Tekeş, Selçuklu sul­tanı Sencer tarafından Harezm vâliliğine getirildi. Bu sıfatla 30 yıl Harezm’i idâre eden Kutbeddin aynı zamanda Harzemşah devletinin kurucusudur. Büyük Selçuklu Sultanı Sencer’in vefât etmesiyle Har­zemşahlar müstakil devlet hâline geldiler.

 

Moğol istilâsında Cengiz, H. 615’de (M. 1219) 300 bin kişilik ordu­suyla İslâm Devleti üzerine yürüdü. Harzemşahlar’ın mühim merkez­lerini teker teker ele geçirdi. Mukâvemet gösterenler korkunç katliâma uğradı. Kısa zamanda Buhâra, Semerkant, Otrar, Sığnak, Berekent ve Hocent Moğolların eline geçti. Harzemşahlar, büyük kahramanlıklar göstermelerine rağmen netîce değişmedi. Son olarak tahta oturan ve bütün hayâtı mücâdelelerle geçen Celâleddin Harzemşah, Moğol istilâ­sının batıya doğru yayılmasını geciktirdi. En son muhârebede şehid düştü. Celâleddin Harzemşah’ın ölümü üzerine bu devlet târihe karıştı.

 

ANADOLU SELÇUKLULARI

(Hicrî: 470-707; M.1077-1308)

 

Anadolu Selçuklu Devleti, Oğuz Türkleri’nin Üçok kolunun Kınık boyuna mensup Selçuklu hükümdâr âilesinden, Kutalmışoğlu Süley­man Şah tarafından Anadolu’da kurulan bir devlettir.

 

Bölgenin Türkleşmesini sağladı. İç harpler ve isyanlar sebebiyle perîşan hâlde kalmış olan yerli halk, Kutalmışoğlu Süleyman’ın idâre­sinde huzur ve sükûna kavuştu. Bu sâyede, Anadolu Selçuklu Devleti sağlam bir temele oturdu. Küfür karanlığından İslâm nûrunun aydınlı­ğına, hürriyet ve adâlete kavuşan yerli halk, kısa zamanda seve seve müslüman oldu. İslâmiyet Anadolu’ya hızla yayıldı. Haçlılara karşı yapılan mücâdeleler netîcesinde İslâm âlemine taarruzları büyük öl­çüde kırıldı.

 

Anadolu Selçukluları üç defa haçlı saldırısını göğüslediler.

 

Birinci Kılıçarslan ilk Haçlı ordusunun 150 bin kişilik öncü kuv­vetini, İznik yakınlarında göğüsleyerek imhâ etti. (M.1096-1099) Bir çe­kilme hareketi yaparak arkadan gelmekte olan 600 bin kişilik asıl Haçlı ordusunu yol boyunca vurup telef etti. Orada çete muharebeleri taktiği ile onlara çok büyük zâyiât verdirip 500 binini toprağa gömdü. Ama maalesef, geriye kalan 100 bin kişilik kısmının Kudüs’e kadar gidip orayı işgâl etmesine engel olamadı.

 

İkinci haçlı saldırısı ise Birinci Sultan Mes’ud zamanında oldu (M.1147-1149). Eskişehir’e kadar gelen 75 bin kişilik haçlı ordusu, burada yapılan meydan muhârebesinde imhâ edildi. Kurtulan beş bin kişi İz­nik’e sığındı. Fakat bunlar, bilâhare arkalarından gelen 150 bin kişilik haçlı ordusuyla birleşerek tekrar saldırıya geçtiler. Sultan Mes’ud bir taktik ile bunları Toros dağlarının dar geçidi Gülek boğazına çekti. Haç­lılar, orada çok büyük zayiât verdi. Haçlı ordusunun kurtulan kısmı Antalya’ya çekilip oradan deniz ve kara yolu ile geri döndüler.

 

Üçüncü haçlı seferi, İkinci Kılıçaslan zamanında (M.1189-1192) Ey­yûbî hükümdârı Salâhaddîn-i Eyyûbî’nin Kudüs’ü işgalden kurtarıp geri alması üzerine yapıldı. Bu sefere daha öncekilerde olduğu gibi papanın teşvikiyle Almanya imparatoru Friedrich Barbarossa (Fre­derik Barbaros), İngiltere kralı Arslan Yürekli Richard (Rişar), Fransız kralı Philippe-Auguste (Filip Ogüst) katıldılar. Bunlardan İngiltere ve Fransa kralları Akdeniz yolu ile Filistin’e geldiler. Akkâ kalesini aldı­lar. Alman imparatoru ise Anadolu üzerinden Filistin’e ulaşmak istedi. İkinci Kılıçaslan onları Konya’da karşıladı. Fakat haçlı ordusunun sayı üstünlüğü karşısında, İkinci Kılıçaslan kuvvetlerini zâyi etmemek için Konya kalesine çekildi. Alman İmparatoru da Konya kalesini alamaya­cağını düşünerek, zaman kaybetmemek maksadıyle Karaman üzerin­den Akdeniz’e inmek istedi. Silifke’de Göksu nehrinde boğuldu. Fakat ordusu, Akdeniz’den Filistin’e ulaştı. Akka’da diğer haçlı ordusu ile birleşerek saldırıya geçtiler. Daha önceki haçlı ordularından çok daha güçlü olan bu orduyu, Hıttîn mevkiinde yapılan savaşta Salâhaddîn-i Eyyûbî hezimete uğrattı. Bu hezimet karşısında haçlı ordusundan ge­riye kalanlar memleketlerine geri döndüler.

 

Anadolu Selçukluları, İslâmın kalkanı oldular. Anadolu toprakları ehl-i sâlib ordularına mezâr oldu. Büyük bir tehlike olarak ortaya çıkan Şîî Babâîler isyânı bastırıldı.

 

Lâkin, Celâleddîn Harzemşâh'ı yenen Moğollar, Anadolu'ya gir­mişti.

 

Selçulular da Kösedağ Muhârebesi’nde (M.1243) mağlub oldu. Böy­lece Anadolu Moğol hâkimiyetine girdi. Sonra Anadolu Türk Birliği parçalanıp birçok beylikler ortaya çıktı. Bu beyliklerden biri de Os­manlı Beyliği idi.

 

TOLUNOĞLU DEVLETİ

(Hicrî: 254-292; M. 868-905)

 

Tolunoğlu Devleti, Ahmed Tolunoğlu tarafından Mısır ve Suriye’de kurulan ilk Türk-İslâm devletidir. Abbâsîlere bağlıydı.

 

İHŞİTLER

(Hicrî: 323-358; M. 935-969)

 

İhşitler, Mısır ve Suriye’de kurulan ikinci Türk devletidir. Muham­med ibn-i Tuğrul tarafından kuruldu. Şîî Fâtımî devleti ile mücâdele ettiler. İhşitler, Şam ile Hicâz arasında yol keserek hacıların can ve mal­larına saldıran bedevîleri ve diğer eşkiyâyı temizleyerek, yol emni­yetini sağladılar. Fakat, bilâhare iç karışıklıklar ve ülke idâresinin zayıflığı sebebiyle şiî Fâtımîlere yenik düştüler, toprakları Fâtımîlerin eline geçti.

 

EYYÛBÎLER

(Hicrî: 564-647; M.1169-1348)

 

Eyyûbîler, takvâ sahibi ve âlim bir zât olan Salâhaddîn-i Eyyûbî ta­rafından Sûriye civârında kuruldu. Salâhaddîn-i Eyyûbî zamanında, Mısır’daki şîî Fâtımî idâresi tamâmıyla ortadan kaldırıldı. Fâtımîlerin Mısır ve Sûriye’de yaydığı bozuk îtikâdın yerine, ehl-i sünnet îtikâdının yayılması için gayret gösterildi. Salâhaddîn-i Eyyûbî’nin, İslâmiyet için büyük tehlike hâline gelen haçlılara karşı başlattığı siyâseti, bütün İs­lâmî gayret ve heyecanın bir araya gelmesini, Türk ve Arap ordularının aynı gâye etrafında toplanmasını sağladı. Hıttîn’de ağır mağlubiyete uğrayan haçlıların direnişleri kırıldı. Kudüs şehri dahil bütün kaleler geri alındı. Avrupa bu hezîmet karşısında birbirine girdi.

 

Hemem hemen bütün günleri harp meydanlarında geçen, Orta do­ğudaki haçlı varlığının belini kıran ve onu aslâ eski gücüne kavuşama­yacağı bir hâle getiren, İslâm dünyâsının kudretini bütün Avrupa’ya gösteren büyük mücâhit Salâhaddîn-i Eyyûbî, 4 Mart 1193 günü Şam’da vefât etti. Şam’da bulunan kabri bugün büyük ziyaretgâhlar­dandır.

 

Salâhaddin-i Eyyûbî’nin yirmi beş senelik vezirlik ve sultanlık hayâtı hep islâmiyete hizmet ile geçmiştir. Târihte pek Nadîr yetişen şahsiyyetlerden biriydi. Yüksek insânî meziyetlere sahip, iyi huylu, cö­mert, âdil, âlim bir hükümdârdı. Onun zamanında Şam medreselerinde ders veren altı yüzden fazla fakîh (dînî ilimlerin üstâdı) vardı.

 

MEMLÛKLER

(Hicrî: 648-922; M.1250-1517)

(47)

Memlûkler, Eyyûbîler’in yıkılışıyla Mısır ve Sûriye dolaylarında ku­rulan Türk devletidir. Bağdat’ı ve birçok İslâm ülkesini yakıp yıkan Moğol ordularına karşı direnen Memlûkler, Moğolları Aynı Câlût’da büyük bir hezîmete uğrattılar. Hülâgu’nun katliâmından kurtulan Ab­bâsî hânedânından el-Mustansır’a bîat ederek, halîfeliği Mısır’a getir­diler. Haçlıları ve Ermenileri mağlup edip, Antakya ve civarını Haçlılar’dan temizlediler.

 

Son Memlûk sultanları zamanında Osmanlılar’a karşı düşmanca siyâset tâkip edilmesi ve şîîlerle işbirliği yapılması sebebiyle, Memlûk­ler’in, Osmanlılar’la arası açıldı. Yavuz Sultan Selim Han Mısır sefe­riyle Memlûklular’ı ortadan kaldırdı.

 

İLHANLILAR

(Hicrî: 654-754; M.1256-1353)

 

İlhanlılar, Cengiz Han’ın torunu Hülâgu tarafından İran’da kurulan bir devlettir. Batıya doğru yönelen Hülâgu, başta İsmâiliye kaleleri olmak üzere Abbâsî Devleti ve birçok şehirleri yakıp yıktı. Büyük bir İslâm düşmanı olan Hülâgu, Abbâsî halîfeliğinin merkezi olan Bağdat’ı işgal ederek büyük bir katliâm yaptı. Başta halîfe Mûtasım olmak üzere 400 binden fazla müslümanı katletti. Geçtiği ülkelerdeki 800 bin müs­lümanı da, çoluk çocuk demeden kılıçtan geçirtti. Mısır Memlûkleriyle ve diğer islâm ülkeleriyle mücâdele ettiler. Anadolu Selçuklu Dev­leti’ni yıkarak, Anadolu’yu hâkimiyetleri altına aldılar. İlhanlılar, Hükümdârları Ahmed Teküder Han ve Gazan Han’ın müslüman olmasıyla islâmiyeti seçip müslüman devlet hâline geldiler.

 

ALTINORDU DEVLETİ

(Hicrî: 623-907; M.1226-1502)

 

Altınordu Devleti, Cengiz’in torunlarından olan Batu Han tarafın­dan, Karadeniz ve Hazar Denizi’nin kuzeyindeki topraklarda kuruldu. Altınordu, Gök Orda hükümdârı olan Berke Han’ın müslüman olma­sıyla bu devlet, müslüman Türk-Moğol devleti hâline geldi. Moğol beyleri içinde ilk müslüman olan Berke Han’la islâmiyet, bütün ülkede yayıldı. Hâkimiyetlerini Seyhun ve Ceyhun nehirlerinden Macaristan'a kadar genişlettiler. Hülâgu’nun Bağdat’da yaptığı zulme sinirlenen Berke Han, H. 661 senesinde üzerine yürüyerek Hülâgu’yu bozguna uğrattı. Altınordu Devleti en erken türkleşen bir Cengiz Hanlığı’dır. Sünnî Hanefî mezhebini ve Türk dilini kabûl eden bu Hanlık, İlhan­lılar’a karşı Mısır, Sûriye Türk–Müslüman ülkeleri ile müttefik idi. Al-tınordulular’ın Türkleşmesi’nde en büyük âmil Karadeniz şimalindeki Kıpçak Türkleri’dir. Ruslar’ı uzun süre hâkimiyeti altına alan Altı­nordu Devleti, Ruslar’ın medenileşmesinde ve devlet sisteminde mühim bir yere sâhiptir. Bunlar, Ruslar’a karşı tam bir müsâmaha ile davranmışlar; onları dil ve dinlerinde serbest bırakmışlardır. Altınordu Devletinin yıkılması Türk Târihi için bir felâket olmuş, Rus devletinin ortaya çıkmasına yol açmıştır.

 

TİMURLULAR DEVLETİ

(Hicrî: 771-912; M.1370-1506)

 

Timuroğulları, İslâm Türk devletlerinden olup Selçuklular ve Os­manlılar gibi, İslâma hizmet eden bir hânedândır. Timur Han(48) tarafın­dan kurulan bu büyük İslâm devletine Timurlular Devleti denilmektedir.

 

Aslen Moğol soyundan olan Timur Han, cihangir, aklî ve naklî ilim­lerde ileri, âlim ve evliyâ dostu bir zâttı. Son Çağatay Hanının dâmâdıydı.

 

Çok mütevâzi, sâde ve dervişâne bir yaşayışı olan Timur Han, bir gün adamları ile birlikte yeşillik bir yerde oturmuş, âlimlerin üstünlük­leri ile velîlerin kerâmetlerinden konuşuyorlardı. O sırada, biraz öteler­den bir topluluğun geçtiğini gördüler. Timur Han, soruşturup o geçenlerin Seyyid Emir Kilâl (k.s.) Hazretleri ve talebeleri olduğunu öğrendi. Hemen kalkıp koştu ve edeple o büyük velînin huzûruna vardı; “Efendim, himmet edip, meclisimizi şereflendirseniz, biz de soh-bet ve nasîhatlerinizden istifâde etsek” diye istirhamda bulundu.

 

Bunun üzerine Seyyid Emir Kilâl Hazretleri ona; “Dervişlerin sözleri gizli olur. Bu bizim vazîfemiz değildir. Aslında mânevî bir işâret ol­madıkça bir şey söyleyemeyiz.” dedi ve ama yine de ona nasîhatta bu­lunarak; “Hiç bir zaman kendinden bir söz söyleme ve gâfil olma. Önüne mühim bir işin çıkacağını ve bunda muvaffak olacağını görüyorum” buyurdu. Sonra, Seyyid Emir Kilâl Hazretleri yola devam ettiler.

 

Seyyid evine varınca, zâviyesinde bir müddet durup, yatsı namazı vaktinde dışarı çıktı. Cemâatle namaz kıldıktan sonra başını önüne eğip bir müddet tefekküre daldı. Hemen talebelerinden Şeyh Mansûr’u yanına çağırdı ve; “Hiç durma, sür’atle Emir Timur’a git! Söyle, derhâl Harezm tarafına harekete geçsin. Eğer oturuyorsa hemen kalksın, ayakta ise, hiç durmasın. Çünkü bana, onun ve oğullarının bütün mem­lekete baştan başa hâkim olacağı bildirildi. Harezm’i alınca, Se­merkant’a yürüsün” dedi.

 

Haberi götüren Şeyh Mansûr, Timur Han’ın yanına girince, onu ayakta bekler buldu. Haberi aynen iletti. Timur Han, bu haber üzerine derhâl ordusunu harekete geçirdi. O harekete geçip de gideceği yolun yarısına vardığı sırada, düşmanları Timur Han’ın çadırına hücum etti­ler. Timur Han, Harezm’i aldı. Sonra Semerkant üzerine sefere çıktı ve orayı da ele geçirdi. Böylece birbiri ardından pek çok zafer kazandı.

 

Timur Han, İslâmiyeti yıkmak, müslümanları doğru yoldan saptır­mak isteyenlere karşı şiddetle muâmele etti. Yahûdî olduğunu gizle­yip, kendi sapık fikirlerini islâmiyet diye yaymağa kalkan, haramlara helâl deyip, ilâh olduğu küstahlığını dahi gösteren Fadlullâhı Hurûfî adındaki din ve ırz düşmanı sapığı öldürttü. Böylece Hurûfîliğin yayıl­masını önledi. İslâmiyete çok büyük hizmet etti. Timur Han’ın, oğlu Mirân Şah’a emretti, bütün hurûfî tekkeleri ortadan kaldırıldı. Hurûfî sapıklıklarının merkezi hâline gelen Esterâbâd şehrini tamâmen yıktı. Timur Han’ın M.1393 senesindeki bu hayırlı hareketi, ehl-i sünnet müs­lümanları arasında memnûniyetle karşılandı.

 

Timur Han, İslâm ülkeleri arasında birliği te'mîn edip, ehl-i küfrü yerle bir etmek, Allâhü Teâlâ’nın dînini yaymak niyetiyle müslüman memleketlerin hükümdârlarına mektuplar yazıp, kendisine itâat etme­lerini istedi. Hattâ bir kısmına para ve hediyeler de gönderdi. Timur Han, Osmanlı hükümdârı Yıldırım Bâyezid Han’a bir kaç defa mektup yazarak, dost olmayı arzu ettiğini bildirmişti. Fakat, Yıldırım’ın orta­dan kaldırdığı beyliklerin beyleri, Osmanlı Sultanını Timur Han’a şikâ­yet ederek hakkında olmadık şeyler söylediler. Timur Han’ın önünden kaçan bâzı beyler de gelip Yıldırım Bâyezid Han’a Timur’u kötülediler. Böylece ne hazindir ki, münâfıklar dost olmayı arzu eden bu iki müs­lüman hükümdârın arasını açmağa muvaffak oldular.

 

Bunun üzerine Timur Han, Anadolu’ya geldi ve Ankara ya-kınlarında, Çubuk ovasında yapılan savaşta, Osmanlı ordusunu yendi. (M.1402) Yıldırım Bâyezid Han’ı esir etti.(49) Fakat ona çok iyi muâme­lede bulundu. Osmanlı sultanı Yıldırım Bâyezid Han, hastalanarak Ak­şehir’de vefât etti. Ankara savaşından sonra Timur’un İzmir’i hıristiyan

 

Aralarındaki harp hâleti rûhiyesi yatışınca birbirlerine alıştılar, hattâ sevgi izhârında bulundular. Timur birkaç günde bir Yıldırım Bâyezid’la oturup sohbet ve teselli ederdi.

 

şovalyelerinden temizlemesi, Anadolu’daki sapık fırka mensuplarını cezâlandırması, bu seferin hayırlı neticelerindendir. Osmanlıların ala­madığı Gâvur İzmir'i Cenevizlilerden aldı, Türk İzmir'e kattı. Timur Han daha sonra, Anadolu’yu eski sâhiplerine havâle edip, mümtâz âlimleri yanına alarak ülkesine döndü. 35 senelik hükümdârlığı müd­detince, yaptığı bütün muhârebeleri kazanan Timur Han, Çin’e ve Delhi’ye kadar bütün Asya’yı; Irak, Suriye ve İzmir’e kadar bütün Ana­dolu’yu aldı. Timurlular ehl-i sünnet hâmîsi oldukları için, zamanla­rında pek çok büyük İslâm âlimi ve tasavvuf ehli yetişip Timurlu ülkesinde yaşadı.

 

Timur Han, Türk Târihinin ender yetiştirdiği devlet adamlarından biridir. Bugün bâzı yazarlar, devrin sosyal, kültürel ve siyâsî cephesi üzerinde hiç durmadan onun Altınordu ve Anadolu seferlerini bahâne ederek, bu büyük hâkân’a akıl almaz iftirâ ve karalamalarda bulun­maktadırlar. Bilhâssa İslâmiyetten ayrı bir Türkçülük düşünenler bu tarz hissî yorumlara girmektedirler.

 

Oysa; “Biz ki, Melik-i Tûrân, Emîr-i Türkistân’ız!”, “Biz ki Türk oğlu Türk’üz!”, “Biz ki, milletlerin en kadîmi ve en ulusu Türk’ün Baş­buğuyuz!” diyen Timur Han, Türk için islâmiyetin ne demek olduğunu da, bundan altıyüz yıl önce şöyle ifade etmiştir;

 

“Tecrübe bana gösterdi ki, din ve hukuk üzerine kurulmayan bir devlet, uzun zaman yaşayamaz. Böyle devlet, çırıl çıplak olup kendi­sini gören herkese karşı gözlerini yere dikmiş ve herkesin yanında say­gı ve değerini yitirmiş adama benzer. Bu durumda, böyle devlet, tavanı, kapısı, avlu duvarları olmayan ve her önüne gelenin içine dal­dığı eve benzetilebilir. Bunun içindir ki, ben devletimin çatısını İs­lâmiyet üzerine kurdum. Devletimi idâre için kânûnlar çıkarttım. Bu kânûnlar tatbik edildiği müddetçe onlara aykırı hareket etmekten sa­kındım.”

 

Timur Han, ilim adamlarına saygı gösterir, onları korur, Teftâzânî gibi büyük âlimleri meclisinde bulundururdu. Daha önce yaşamış olan ilim adamlarına karşı da hürmette kusur etmez, onların türbelerini yaptırırdı. Kazakistan’da Ahmed Yesevî Hazretleri’nin şâheser türbesi bunlardan biridir.

 

Timur Han kıyâmet gününde kabirden kalkarken üstâzımın ayak ucunda kalkayım diye, vefât edince üstâzının ayak ucuna defnedilme­sini vasiyet etmiş ve öyle defnedilmiştir. Türbesi Semerkand'dadır.

 

BÂBURLULAR

(Hicrî: 932-1274; M.1526-1858)

 

Bâburlu Devleti, Timur’un beşinci batından torunu Bâbur Şah tara­fından M. 1526’da Hindistan’da kuruldu. Doğu türkçesiyle pars demek olan bu isim kendisine, Hâce Ubeydullah Ahrâr (k.s.) tarafından ve­rildi.

 

Bâbur Şâh’ın eserleri arasında bulunan Vekâyi'nâme isimli hâtırâtı, gerek edebî gerekse tarihî bakımından çok yüksek kıymeti hâizdir.

 

318 yılda on yedi hükümdârın hüküm sürdüğü bu devletin en meş­hur hükümdârları; Bâbur (1526-1530) [1540-1555 yılları arasında Delhi Sûrî sultanları hüküm sürmüştü.]; Bâbur’un oğlu Humâyûn (1530-1540 ve 1555-1556); Bâbur’un torunu Ekber (1556-1605); Ekber’in oğlu Ci­hangir (1605-1627); Cihangir’in oğlu Şahcihân (1628-1657) ve Şah­cihân’ın oğlu Evrengzip Âlemgir Şâh (1658-1707)’dır.

 

Ekber Şah, çevresindekilerin tesiri ile yeni bir din kurmak istedi. Mecûsi, brahman ve hıristiyan vesairlere kolaylık gösteriyor, fakat müslümanlara zulüm ve işkence yapıyordu.

 

İmâm-ı Rabbânî Hazretleri (k.s.); Ekber Şah’ın yaydığı dinsizlikle mücâdele etmiş ve gâlip gelmiştir. Bu husûsa Mektûbât’ının 1. cilt, 47. mektubunda işâret etmiştir.

 

Bâburlu Devleti, Evrengzip’in 50 yıllık adâletli idaresi ile en haş­metli devrini yaşadı. Evrengzip, âlimlerden bir heyete İslâm hukûkuna dair, meşhur Fetâvâ-i Hindiye’yi hazırlattı.

 

Devlet, Evrengzip’den sonra parlaklığını kaybetti. 18. asırda zayıf­lamaya başladı. Avrupa devletleri de, bu devleti yıkmak için uğraştılar. Nihâyet 1760’da tahta geçen 2. Âlem Şah ingiliz himâyesine girdi.

 

1837’de tahta çıkan İkinci Bahâdır Şâh’ın âilesi ve saray erkânı W.S.R Hodson kumandasındaki ingilizler tarafından vahşice katledildi. Hü­kümdâr İkinci Bahâdır Şâh’ın 1858’de zorla tahtından indirilerek sür­gün edilmesi ile Bâburlu Devleti târih sahnesinden çekildi. 

 

 

(45) Raca; Hindistan'da her şehrin başındaki idâreciye denirdi.

 

(46) Kezâ Osmanlılar da, Peygamberimiz'e hürmeten Muhammed ismini Mehmed diye çağırmışlardır. Ve bu isimdeki bütün Osmanlı pâdişahları için Mehmed ismi kullanılmıştır.

 

(47) Memlûk; köle demektir. Memlûkler, Abbâsî devrinden îtibâren asker yapılmak üzere Türk boylarından getirilen kölelerdir. Bunlar, yetiştirildikten sonra asker, kumandan, muhâfız ve vezir olup muhtelif hizmetlerde bulunuyorlardı.

 

(48) Asıl adı Timur olup, sonradan aldığı bir yaradan dolayı bir ayağı topal olduğundan "aksak" mânâsına gelen bir "lenk" ilave edilerek Timurlenk denilmiştir. Onu sevmeyenler böyle söyler. Emîr Timur veyâ Timur Han demelidir.

 

(49) Harp bitince Timur, Yıldırım Bâyezid’in otağına kadar gelip onu karşıladı. Beraber oturdular: “Üzülmeyin, hayret etmeyin, Allâh’ın takdiri bu imiş, ama biz yumuşayıp alttan aldıkça siz haşinleştiniz, sertleştiniz, suç sizden oldu. Ama inşaallah Anadolu’yu sizsiz bırakmayız, hatırınız kırılmasın.” Gibi tesellî edici gönül alıcı sözler söyledi. O’da: “Allâh’ın yazısı buymuş. Râzî olmaktan başka çâremiz yoktur.” Meâlinde cevap verdi.