Emevîler

(Hicrî: 41-132; M. 662-750)

 

Hulefâ-i Râşidîn (Dört Büyük Halîfe)'den sonra müslümanları idâre eden halîfeler Emevî hânedânından olduğu için bu devre "Emevîler Devri" denir.

 

Dört halîfe devrinden ve Hz. Ali'nin oğlu Hz. Hasan'ın altı aylık hılâfetinden sonra Hz. Muâviye (r.a.) halîfe oldu (Hicri 41). Ondan son-raki halîfeler Benî Ümeyye soyundan geldiği için İslâm devletine, Eme­vî Devleti denildi. Emeviler devrinde, 14 halîfe gelip geçti.

 

Hz. Muâviye zamanında iç huzursuzluklar giderildi. İslâm orduları fetihlerine devâm etti. Devrinde İslâmiyet yıldırım hızıyla yayıldı. Şöyle ki; Hicretin 42. senesinde Sicistân'ı, 43'de Sudan'ı, 44'de Afganis­tan'ı, Kâbil şehrini ve Hindistan'ın batı kısmını, 45'de Tunus'da Efrı­kıyye şehrini aldı. Hicrî 48 senesinde Kıbrıs'ı Bizanslılardan aldı. 50 senesinde Îrân'da büyük Kûhistan eyâletini fethetti.

 

H.54 (M.673)’de Ubeydullah bin Ziyâd'ı Horasan'daki orduya ku­mandan yapıp Ceyhun nehrini develerle geçerek Buhârâ'yı aldı. Türk­lere karşı çok yumuşak ve dikkatli davranması sebebiyle oradaki Türklerin İslâm’a girmelerine vesîle oldu.

 

Hz. Ömer (r.a.) tarafından fethedilen Kudüs, Hıristiyanlarca geri alın­mıştı. Hz. Muâviye (r.a.) Kudüs'ü tekrar fethetti. Yemen, Mısır, Kayre­van, Irak, Azerbaycan, Anadolu, Horasan ve Mâverâünnehir'deki şehirleri de hâkimiyeti altına aldı. Çok büyük bir saltanata nâil oldu ve çok sevildi. Ve Sicistân, Afganistan ve Semerkand'ı fethetti. M. 671 sene­sinde Kûfe ve Basra'dan 50.000 kişi, Merv başta olmak üzere Herat, Tus, Nişâbûr ve Belh şehirlerine yerleştirildi. Böylece Türkistan'a karşı giri­şilecek fetihlerde de baş rolü oynayacak olan Horasan vilâyeti kuruldu.

 

Diğer yandan Anadolu üzerine seferler düzenlendi. İslâm orduları Erzurum'u ele geçirip İstanbul'u kuşattı. Doğuda ise Mâverâünnehir'e ve Hindistan'a ulaşıldı. Hicrî 50 (M.669-670) senesinde, Hz. Muâviye radıyallâhü anh'ın oğlu Yezid kumandasındaki bir ordu tarafından, İstanbul yaz boyunca muhâsara altına alındı. Kış mevsiminin yaklaş­ması üzerine kuşatma kaldırılarak bir antlaşma yapılıp Sûriye'ye dö­nüldü. Dördüncü Kostantin, her sene büyük vergi vermek şartıyla barış yapmak zorunda kaldı.

 

Bu sefer esnâsında, Peygamber Efendimiz'in Medîne'ye hicret­lerinde, evinde müsâfir olduğu Hz. Hâlid ibn-i Zeyd Ebû Eyyûb'el-Ensârî de şehîd oldu ve şehîd edildiği yere defnedildi. Bu sahâbi, Hz.

 

Peygamberimizin bütün harplerine katılarak onun bayraktarlığını yap­mıştı. İstanbul'un fethinden sonra Fâtih Sultan Mehmed Hân'ın hocası ve üstâzı Akşemseddin Hazretleri tarafından Eyüp Sultan Hazretleri­nin mezârı keşf edilip bulundu. Yanına bir câmi ve türbe yaptırıldı.

 

Hz. Muâviye zamanında donanmaya da çok ehemmiyet verildi. Ak­deniz'e açılan Emevî donanması Girit, Sicilya, Kıbrıs ve Rodos adala­rını zaptetti. İçteki isyanlar ve hâricî fitnesi def'edilip ortadan kaldırıldı.

 

HAZRETİ MUÂVİYE (R.A.)

 

Hicretten 19 yıl evvel (M.604) Mekke'de doğdu. Babası, Ebû Süfyân bin Harb bin Ümeyye, annesi Hind'dir. Peygamber Efendimiz’in kayın birâderi ve aynı zamanda vahiy kâtibi idi. Mekke'nin fethi günü babası ile berâber müslüman oldu. Sonra Medîne'ye yerleşerek Peygamberi­mizin: "Yâ Rabbi, onu doğru yolda bulundur ve başkalarını da doğru yola götürücü kıl, Yâ Rabbi! Muâviye'ye yazı ve kitâbet öğret, onu azâbından koru, Yâ Rabbi! Onu memleketlere hâkim kıl" diye husûsî duâ ve teveccühleri ile şereflendi.

 

Hz. Muâviye, Peygamberimizin vahiy kâtibi idi. Vahiy kâtipliğine alınması, Cebrâil aleyhisselâmın bildirmesi ile olmuştur. İnen âyetleri ve Peygamberimizin mektuplarını yazardı.

 

Peygamber Efendimiz namazda rukûdan kalkarken "Semiallâhü limen hamideh" kelâmını okuduklarında, ön safta bulunan Hz. Muâ­viye "Rabbenâ lekelhamd" deyince Peygamber Efendimiz bu kelâmı beğendiler onun için söylenmesi Müslümanlara sünnet olarak kaldı. O günden bu güne söylendiği gibi kiyâmete kadar da söylenecektir. Yine Peygamber Efendimiz’in arkasında namaz kılarken Fâtiha sûresinden sonra ilk defa ‘‘Âmîn" diyen de Hazreti Muâviye’dir.

 

Hz. Muâviye (r.a.), uzun boylu, beyaz tenli, heybetli idi. Güzel ko­nuşur, akıllı, zeki, afv edici, cömert, kâmil, yumuşak huylu olup, hi­limde darb-ı mesel idi. Hilim ve afvına dâir iki ayrı kitap yazılmıştır.

 

Hz. Muâviye (r.a.) güzel idâreli davranırdı. Çalışkan, gayretli, azimli idi. Dühât-ı erbaa (dört dâhiden(41)) biridir.

 

Sanki her bakımdan devlet reîsi olmak için yaratılmıştı. Hz. Ömer, Hz. Muâviye’ye her bakışta: "Bu, ne güzel bir Arab emîridir" derdi. Resûlullâh'ın sohbetinin bereketi ile şerîattan hiç ayrılmazdı.

 

Hz. Muâviye (r.a.), Huneyn gazâsında Resûlullâh'ın önünde babası ile birlikte kahramanca çarpıştı. Tebûk gazvesine katıldı, Vedâ’ Hac­cı'nda bulundu. Hz. Ebû Bekir ve Hz. Ömer zamanlarında Suriye taraf­larındaki muhârebelere katıldı. Hz. Ömer, onu Şam vâlisi yaptı. Hz. Osman, halîfeliği sırasında bütün Suriye'yi onun emrine verdi. Hz. Ömer zamanında dört yıl, Hz. Osman devrinde oniki yıl, Hz. Ali’nin hilâfeti esnasında beş yıl, Hz. Hasan zamanında altı ay Şam vâliliği yaptı.

 

Hz. Muâviye (r.a.) Cemel Vak'ası sırasında Şam vâlisi idi, herhangi bir tarafa karışmadı. İdâresindeki müslümanları da bu muhârebelere karıştırmadı. Hz. Alî (r.a.) Şamlıları da kendi yanında muhârebeye ça­ğırdı. Hz. Muâviye de Resûlullah’dan duyduğu bir çok Hadîs-i Şerif­leri düşünerek karşı taraf gibi ictihâd etti. Bir ara, Halîfe Hz. Ali (r.a.) Efendimiz, Şamlılarla anlaşmak üzere iken araya yine Yahûdî fitnesi karışarak Sıffîn muhârebesi meydana geldi. Bu muhârebelerde bütün ashâbı kirâm gibi Hz. Muâviye (r.a.) da kendi ictihâdı ile hareket etti.

 

Her iki tarafta olan ashâb-ı kirâm, bu muhârebeler esnâsında birbir­leriyle mektuplaşmışlar, nasîhatte bulunmuşlar birbirlerine sevgi ve muhabbetle bakmışlardır.

 

Sıffîn Muhârebesi sırasında Bizans İmparatoru ikinci Kostantin, hu­dutlarındaki İslâm şehirlerine rahatsızlık veriyordu. Hz. Muâviye (r.a.) ona mektup yazıp, "Bu sarkıntılıkdan vazgeçmezsen, şimdi Efendim Ali ile sulh yapar, onun askerinin kumandanı olur, oraya gelip şehir­lerini yakar seni domuzlara çoban yaparım" demişti.

 

Halîfe Hz. Ali (r.a.) büyük bir topluluk karşısında: "Kardeşlerimiz bize karşı çıktılar. Fakat onlar ne kâfirdirler ne de fâsıkdırlar. Çünkü ictihadları öyle oldu" buyurdu.

 

Hz. Ali radıyallâhü anh’ın şehîd edilmesinden sonra Hz. Hasan (r.a.) halîfe seçildi. 6 ay kadar halîfelik yaptı. Sonra bu vazîfeden Hz. Muaviye (r.a.) lehine ferâğat etti. Bunun üzerine Hz. Muâviye (r.a.) Hicrî 41 yılında müslümanlar tarafından Kûfe'de halîfe seçildi. Hz. Ha­san (r.a.) ın hilâfeti bırakması ile bütün İslâm memleketlerine meşrû halîfe oldu. Ondokuz buçuk sene hilâfet ve saltanat sürdü. İslâmiyet’in yayılmasında çok kıymetli hizmetlerde bulundu.

 

Hz. Ali onun hakkında: "Muâviye'nin emirliğini kötülemeyiniz! O giderse başların koptuğunu görürsünüz" buyurmuştur.

 

Bir gün Resûlullah, Hz. Muâviye’yi atının arkasına bindirmişti. Gi­derken: "Yâ Muâviye, bana en yakın hangi uzvundur?" buyurdu.

 

"Karnım" deyince Resûlullah; "Yâ Rabbi, bunu ilimle doldur ve yu­muşak huylu eyle" diyerek hayır duâda bulundu.

 

Hz. Muâviye’nin afv ve ihsânı çok boldu. Yumuşaklığı ve sabrı ata­sözü hâline gelmişti.

 

Bir gün Hz. Hasan (r.a.) borçlarının çok olduğunu söyleyince, ona seksen bin altın hediye etti.

 

Hz. Muâviye, Amr İbni Âs'dan gelen bir mektuba yazdığı cevabta şöyle buyurdu:

 

"Bilmiş ol ki, iyi işlerde düşünerek hareket etmek, insanı daha doğru netîcelere ulaştırır. Hedefine ulaşan, acele etmeyendir. Acele eden, hüs­randadır. İşinde sebat eden, isâbet eder veya hedefe yaklaşır. Acele eden hatâya düşer yâhut hatâya yaklaşır.

 

Tecrübelerden ders almayan şeref kazanamaz."

 

"Herkesi memnun etmek mümkündür, yalnız hasedci olanı mem­nun etmek zordur. Çünkü o ancak haset ettiği şeyin yok olması ile memnun kalır."

 

"Yumuşaklık gösterin ve tahammül ediniz ki, dâimâ fırsat sizin eli­nizde olsun. Fırsatı ele geçirdikten sonra dilerseniz hakkınızı alırsınız, dilerseniz afv edersiniz."

 

* * *

 

Peygamberimiz Hz. Muâviye'ye: "Benden sonra ümmetimin üzerine hâkim olursun. O zaman iyilere iyilik et. Kötülük yapanları da afv eyle" buyurmuştur.

 

Resûlullâh’ın sohbeti ve hayır duâlarının bereketiyle İslâmiyet'in te'sir sahasını çok genişletti.

 

Hz. Muâviye vefat hastalığında Resûlullah (s.a.v.) Efendimizin mü­bârek saçlarından bir kaç saçı ve mübârek tırnaklarını, vefat edince ağzına ve gözlerine konmasını vasîyet etti. ‘Beni Erhamürrâhimîne ıs­marlayın’ buyurdu.

 

Emevî devleti Sogdiyâna'dan Cezâyir'e kadar uzanan huzurlu bir devlet hâlinde iken, Hz. Muâviye hicrî 60 senesinin Recep ayında Şam’da vefât etti. Kabri oradadır.

 

Hz Muâviye (r.a.) in vefâtından sonra yerine oğlu Yezîd geçti (H.60, M.680). Yezîd babasının halîfeliği sırasında iki def'a hac emirliği ve Bi­zans'a karşı yapılan gazâlarda kumandanlık yapmış babasının tam itimâd ve güvencini kazanmıştı. Hz. Muâviye (r.a.), oğlu Yezîd'i ken­disine velîaht tâyin etti.

 

Yezid zamânında, Hz. Hüseyin radıyallâhü anh'ın Kerbelâ'da şehîd edilmesi ve Abdullah ibni Zübeyr (r.a.)' ın Mekke'de halîfeliğini îlân et­mesi, iç mes'elelerin en mühimlilerindendir. Yezîd'in dört senelik saltanatında İslâm orduları, Buhârâ ve Harezm'i fethettiler.

 

Yezid tarafından kumandanlığa ta’yin edilen Ukbe bin Nâfi', Kuzey Afrika'nın tamâmını fethetti. Hudut Atlas Okyanusu’na dayanınca atını denize sürüp "Allâhım! önüme şu uçsuz bucaksız deryâ çıkma­saydı senin ismini daha ötelere götürürdüm." demiştir.

 

KERBELÂ VAK'ASI

 

Kerbelâ; Irak'da Bağdat'ın 100 km. güney batısında, Hz. Hüseyin (r.a.)'ın şehid edildiği yerdir. Hz. Hüseyin, etrâfı ile berâber buraya geldiğinde orada dûçâr olduğu ahval karşısında; "hâzâ mahallü kerbin ve belâin lenâ (burası bizim için gam, keder ve belâ mahallidir)" dediği için oraya «Kerbelâ» denmiştir.

 

Hz. Hüseyin (r.a.), babası Hz. Ali (r.a.) şehid olunca Medîne'ye geldi. Hz. Muâviye'nin vefâtından sonra oğlu Yezîd'e bîat etmedi. Kû­feliler kendisini çağırıp halîfe yapmak istediler. Kardeşi Muhammed bin Hanefîyye, Abdullah ibni Ömer, Abdullah ibni Abbâs ve daha nice ashâbı kirâm Kûfe'ye gitmemesini istedilerse de, onları dinlemeyip ehli beytinden ve diğer yakınlarından kendisine katılanlarla berâber Kû­fe'ye doğru yola çıktı.

 

Şam'da, babasından sonra hâlife olan Yezîd bunu haber alınca, Irak vâlisi Ubeydullah bin Ziyâd'a emir gönderip Hz. Hüseyin'i Kûfeye sok­mamasını istedi. Vâli de, Sa'd ibn-i Ebî Vakkâs'ın oğlu Ömer'in kuman­dasında bir ordu gönderdi. Ömer, Hz. Hüseyin'e geri dönmesini bildirdi ise de Hz. Hüseyin ve yanında bulunanlar kabûl etmediler. Netîcede, Hz. Hüseyin M.680 (H. 61) senesi muharrem ayının 10. günü Sinan bin Enes tarafından Kerbelâ'da şehit edildi. Bu arada hanedân-ı Resûlullâh'dan 72 kişi de şehid oldular. Hz. Hüseyin'in oğlu Zeynel­âbidîn, hasta olduğu için öldürülmedi. Kadınlar ve Hz. Hüseyin'in mü­bârek başı Şam'a götürüldü.

 

Şam'a vardıklarında, Zübeyr ibn-i Kays Yezîd'in huzuruna girdi. Vak'ayı anlattı. Yezîd'in gözleri yaşlarla doldu. Yezîd: "Allah, ibn-i Sümye'ye (Ubeydullah bin Ziyâd'a) lânet etsin" dedi ve Hz Hüseyin'e rahmet okudu. Daha sora Yezîd, Hz. Hüseyin'in evlâd ve ehlini kendi sarayında müsâfir etti. Bütün ev halkı gelip onlara tâziyede bulundu­lar, üzüntülerini izhar ettiler. Bu vak'ada neleri alınmış veyâ kay­bolmuşsa kat kat fazlasıyla verdiler. Daha sonra Yezîd, Zeynel-âbidîn hazretlerini ayrı bir saraya yerleştirdi. Kendisini akşam- sabah sofra­sına dâvet ederdi. Bilâhare onların kendi arzuları üzerine yanlarına elçi vererek Medîne-i Münevvere'ye gönderdi.

 

Bu hâdiseden dolayı bâzı kimseler ileri giderek Yezîd'e lânet eder­ler. Bu doğru değildir. Esâsen Hz. Hüseyin'in katline Yezîd'in ne rızâsı, ne de emri vardır. Huccet’ül-İslâm, İmâm-ı Gazâlî de böyle der.

 

Allâme Alî bin Osman Ûşî de, Bed'ül-Emâlî adlı muhalled eserinde; "Yezîd'e, taassub ve cehâlette ileri gidenlerden gayrı, kimse lânet et­medi" diyor. Bu durum muvâcehesinde, Yezîd'in aleyhinde konuşmak doğru olmaz. Hiç değilse sükût etmek lâzımdır.

 

Yezîd, lügatte; "Îmânda, nurda ziyâde" mânâsına gelir, kötü bir mânâ ifâde etmez. Ne yazık ki bâzı insanlar, öfkelendikleri kimseye, hakâret maksadıyla bu kelimeyi kullanıyorlar. Bâzıları da bunu bilme­yerek yapıyorlar, doğru değil, çok yanlış...

 

Yezîd'in vefâtından sonra yerine oğlu II. Muâviye geçti. Fakat aynı sene vefât etti. Sonra yerine Mervân ibn-i Hakem seçildi. Ondan sonra yerine oğlu Abdülmelik geçti. Abdülmelik, Emevî iktidârını bütün İslâm âlemine kabûl ettirmede kendisine iki yardımcı buldu. Bun­lardan biri Mühellep diğeri ise Haccâc ibn-i Yûsuf'dur.

 

Haccâc, önce devlet içinde baş gösteren isyanları bastırdı. Türkistan ve Sind sınırlarına gönderdiği ordular, yeni fetihlerle Hint topraklarına dayandı. Türkeş (Türgiş) devletine bağlı Rudbil beyliği, Emevîlere boyun eğdi. Bu, Türklerin İslâmlaşması yolunda ilk büyük hamle oldu. Haccâc, buradaki Türklerden bir kısmını Basra ve Kûfe taraflarına yerleştirdi.

 

Hicrî 75 (M.694) senesinde Haccâc, Hicâz ve Irâk vâlisi oldu. Hari­cîleri arka arkaya vurduğu darbelerle kahreden Haccâc, büyük bir üne kavuştu. Hâricîlerin belli başlı reislerini öldürdü. Böylece Ehl-i Sün­net'e büyük hizmeti oldu.

 

Arap olmayan milletlerin Müslüman olmaları ve dillerinin başka olması, Kur'ân-ı Kerîm'e nokta ve hareke konması ihtiyacını hissettir­di.42 Haccâc, Hicrî 95 senesinde İslâm âlimlerinden Eb’ül-Esved ed­-Düelî'ye, Kur'ân-ı Kerîm’in yanlış okunmasını önleyecek ilk nokta ve işâretleri mushaflara koydurttu. (H.96-M.688)

 

Haccâc, güzel konuşur, nükteli sözleri severdi. Hutbeleri Arap ede­biyâtının şâheserleri arasında yer aldı.

 

Abdülmelik'ten sonra oğlu Velîd halîfe oldu. Bilâhare Velîd'in kar­deşi Süleyman halîfe oldu. Onun zamânında, Pencap fethedildi. Emir Mesleme ordusu İstanbul ikinci defa kuşattı.

 

Peygamber Efendimiz'in mescidi ve kabri şerîfi yeniden yapıldı. Şam’da, Emevî câmii inşâ edildi.

 

Daha sonra İkinci Ömer diye anılan Ömer ibn-i Abdülazîz halîfe oldu. Bu zât çok âdildi ve halk tarafından çok sevilirdi. Zamânında hadîsi şerifler tedvîn edilip, tasnîfine başlandı.(43) Haraç ve cizye vergi­leri belli esaslara bağlandı. 41 yaşında iken kölesine zehirletilerek şehid edildi.

 

Ömer ibni Abdülaziz'den sonra yerine İkinci Yezîd (Yezîd ibni Ab­dülmelik) geçti.

 

İkinci Yezîd’den sonra, Hişâm (Hişâm ibni Abdülmelik) halîfe oldu.

 

Gerek İkinci Yezîd ibn-i Abdülmelik ve gerekse kendinden sonra halîfe olan Hişâm ibni Abdülmelik devirleri, Emevîlerin en parlak za­manlarını teşkil eder. Bu devirde Türkler, akın akın gelerek müslüman­lıkla şereflendiler.

 

Hişâm’dan sonra yerine İkinci Velîd (II. Yezîd’in oğlu) geçti.

 

İkinci Velid’den sonra yerine Üçüncü Yezîd halîfe oldu.

 

Üçüncü Yezîd’den sonra yerine Birinci Velîd’in oğlu İbrâhim geçti.

 

Son Emevî Halîfesi İkinci Mervân zamanında çıkan karışıklıklar, devletin gücünü sarstı. Bu arada Ebü'l-Abbas, Irak'ta halîfeliğini îlân etti. İkinci Mervân, Ebü'l Abbas ile yaptığı mücâdelede öldürülünce Emevî hılâfeti son buldu yerine Abbâsî hılâfeti kuruldu.

 

 

 


(41) Dâhî (cem’i (çokluğu), dühât): Dünyâ umûrunu tedvir ve idârede mahâretli, ileri, görüşlülüğü ile şöhret yapmış kişi, kişiler demektir.  

 

Dört arap dâhîsi: Hazret-i Muâviye, Amr ibni Âs, Muğîretibni Şu’be, Ziyâd ibni Ebîh’dir.

 

(42) Târihi bilgiye göre Haccâc adamlarından birisini Ebü’l-Esved ed-Düelî’ye gönderip, Kur’ânı yanlış okumaktan kurtarmanın ehemmiyetini ve bu hizmetin kendisi tarafından yürütülmesini ister. Fakat Ebü’l-Esved ed-düelî buna red cevâbı verir. Haccâc’ın bir adamı: “ben onu bu işe razı ederim” diyerek ondan izin alır. Ve Ebü’l-Evsed’in kolaylıkla duyabileceği bir yerde Tevbe süresini evvelinden okumağa başlar. Üçüncü âyetteki “verasûlühü” kelimesini “verasûlihi” şeklinde okur. Böylece “Allah ve rasûlü müşriklerden berîdir” anlamında olan âyet, bu yanlış okunuşa göre “Allah müşriklerden de, Resûlünden de berîdir” şekline dönüşür. 

 

Ebu’l-Esved ed-düelî, hemen durumun ciddiyetini anlar ve karar vererek, teklif edilen işi yapacağını bildirir ve yapar. 

 

(43) Peygamber Efendimiz’in irtihâlinden sonra aradan uzunca bir zamanın geçmesiyle Peygamberimizin mübârek Hadîs-i Şerîflerini ezberleyip bilenler azalmaya başladı. Bu arada bir kısım münafıklar da; Şunu da dedi bunu da dedi diye uydurma hadîsler ortaya atmaya başladılar. Onların ifsâdâtını önlemek için, Ömer bin Abdülazîz zamanında İslâm âlimleri Peygamber Efendimiz’in mübârek Hadîs-i Şerîflerini râvîleri, senetleri ile bilenlerden dinleyerek, tesbit edip toplamağa başladılar. Ve nihâyet Peygamber Efendimiz’in mübârek hadîs-i şerîfleri Kütüb-i Sitte-i Mu’tebere (Sıhâh-ı Sitte) denilen altı eserde toplandı. Bunlar; Sahîh-i Buhârî, Sahîh-i Müslim, Sünen-i Tirmîzî, Sünen-i Neseî, Sünen-i Ebû Dâvûd, Sünen-i İbni Mâce’dir.