(Endülüs) Benî Ahmer Devleti

(Hicrî: 631-898; Milâdî: 1233-1492)

Endülüs Emevî Devleti yıkıldıktan sonra Endülüs’de Hicrî: 631 (M.1233)’de başkenti Gırnata olan Endülüs Benî Ahmer Devleti ku­ruldu. Bu devlet de Endülüs Emevîleri gibi ilim, fen alanında çok ileri gitmiş, şehirleri en yüksek ilim merkezleri olmuş Gırnata’nın El-Hamrâ Sarayı’nda, devrin en büyük kütüphânesini kurmuşlardır. Bu devlet, uzun zaman hıristiyan istilâsına karşı durabildi. Ancak katolik Ar­gonya kralı Ferdinand ile Kastilya kraliçesi İzabella evlenerek müslü­manlara karşı güç birliği yapınca bunlara karşı koyamayan Endülüs Benî Ahmer Devleti’nin son hükümdârı Abdullah’is-Sağîr, Osmanlı hükümdârı İkinci Beyazıt’dan yardım istemişse de o tarihte Osmanlı Devleti ile Memlüklü devleti arasında savaş hâli bulunduğundan ay-rıca Cem Sultan gâilesi, Anadoluda kızıl-baş ayaklanmaları sebebiyle Osmanlı devletinin topyekün bir yardıma koşması mümkün olmadı. Buna rağmen bir filo ile yola çıkarılan Kemal Reis bütün İspanyol sa­hillerini topa tutarak askeri mekânları perişan etmişse de karadan des­tek mümkün olmadığından netice alınamadı. Abdullah’is-Sağîr, İspanya kralı ile bir anlaşma yaparak vire (ser­bestçe çıkıp gitmek şartı) ile teslim oldu. Böylece Gırnata 2 Ocak 1492 tarihinde maal’esef Hıristiyanların eline geçti. Akdedilen muâhede ve teslim şartlarına göre müslümanlara fena muâmele edilmeyecek idi. Bu şartlara ancak iki hafta uyuldu. Daha sonra müslümanlara yapılmadık ezâ ve cefâ kalmadı.

 

Gaflet içinde cihadı terk ederek saltanat sevdâsına kapılan Endülüs Benî Ahmer Devleti’nin son hükümdârı Abdullah’is-Sağîr, memleke­tini düşmanlara kaptırarak anası ve maiyyetiyle birlikte Gırnata’dan uzaklaşırken, şehri ebediyyen gözden kaybettirecek, bir yol döneme­cinde arkasına dönüp, şehre son olarak bir kere daha bakmak arzusunu da yenemedi. Geriye baktığında batmak üzere olan ikindi güneşinin ışıkları, muhteşem şehrin altın yaldızlı kubbelerini, El-Hamrâ Sa­rayı’nın saçaklarını tutuşturmuştu. Terkedilmiş koca mâmûre, ışıkla altının, servetle debdebenin kucaklaşması içinde, ufuka sarılmış yatı­yordu. Bu garip ve hazîn manzara karşısında Abdullâh’is-Sağîr göz­yaşlarını tutamadı, hıçkıra hıçkıra ağlamağa başladı.

 

Yıllarca, oğlunu gaflet uykusundan bir türlü uyandıramamış olan anası, onun ağladığını görünce târihe mâl olan şu meşhur sözünü söyledi:

 

“Ağla rezil ağla. Erkekçesine vatanını, dînini, müdâfâa ve muhâ­faza etmeyenlere, kadınlar gibi ağlamak yaraşır.”

 

Müslüman memleketlerini işgâl eden hıristiyanlar, haçlı taassubu ile İslâm kültür ve medeniyetinin en güzel yerlerinden biri olan Endü­lüs’ü yakıp yıktılar. Sanat hârikası câmileri tahrip ettiler. 500 bin el yaz­ması eser Ferdinand tarafından meydanda yaktırıldı. Böyle ilim düşmanları târihte pek Nadîr görülür. Hristiyanlık buraya zâlimlik ve barbarlık âfeti olarak girdi. Zâlimlikte ellerinden geleni bırakmadılar. Böylece Endülüs’ün tamamına hâkim olan hristiyanlar, kendi dinle­rinden olmayan herkesi hıristiyan olmaya zorladılar. Kabûl etmeyen­leri öldürdüler. İslâm kültürüne âit herşey yok edilmeye çalışıldı. Müslüman olduğunu hissettirenler, bir kelime de olsa Arapça kulla­nanlar, şiir söyleyenler, eski âile adlarını taşıyanlar, millî ve dinî kıyâ­fetler giyenler, hattâ hamama gidenler bile yakalandıkları gibi kürek cezâsı, zindan, sürgün ve diri diri yakılmak gibi cezâlara çarptırıldı. Dînî lider Başpiskopos Kiminez, halk arasına hafiyeler saldı. Eşsiz bir hazîne olan kütüphânelerdeki ve evlerdeki kitapları toplatarak bir odun yığını gibi meydanlarda yaktırdı. Bir milyon ciltten fazla eser yakılıp, tahrip edildi.