Ashâb-ı Kirâma Hürmet

Resûlullah sallallâhü aleyhi ve sellem Efendimizin ehl-i beytine, âl ve ashâbına candan hürmet ve muhabbet etmek, onları her vechile tebcîl ve tevkîre çalışmak, onların ulviyetini, nezâhetini bilip iltifatta bulunmak bütün müslümanlar için bir vecîbedir. Bizim selâmet ve saâdetimiz ancak onlara ittibâ’ ile kâimdir.

 

Ashâb-ı kirâmın her biri Resûlullah sallallâhü aleyhi ve sellem Efen­dimiz hazretlerinin birer sıfatının vârisi ve mümessilidirler.

 

 

Hz. Ebû Bekri’s Sıddîk radıyallâhü anh sıddîkıyyetinin, sırr-ı îmâ­nın (îmân sırrının) vârisi ve mümessilidir.


Hz. Ömerü'l-Fârûk radıyallâhü anh adâletinin, adâlet sıfatının vâ­risi ve mümessilidir.


Hz. Osmân-ı Zinnûreyn radıyallâhü anh, hayâ sıfatının vârisi ve mümessilidir.


Hz. Aliyyü’l-Murtezâ radıyallâhü anh, şecâatinin; şecâat sıfatının vârisi ve mümessilidir.

 

Bir insan, bunlardan herhangi birisinin aleyhinde konuşur, ona dil uzatırsa, aleyhinde konuştuğu sahâbede bulunan o mübârek sıfat, dil uzatanda kalmaz. Hz Ebû Bekri’s Sıddîk’a dil uzatanda sadâkat-ı îmân kalmaz. Hz. Ömer radıyallâhü anh’a dil uzatanda adâlet kalmaz. Hz. Osman radıyallâhü anh’a dil uzatanda hayâ kalmaz. Hz. Ali radıyal­lâhü anh’a dil uzatanda şecâat kalmaz, tavuk gibi korkak olur.

 

Hz. Muâviye radıyallâhü anh da, Resûlullah Efendimizin saltanat-ı dünyâsının (dünyâ saltanatının) vârisi ve mümessilidir. Kim ki, onun aleyhinde konuşur, ona dil uzatırsa dünyâlığından olur, fakr ü zillete dûçar olur, sonunda aç ve sefil kalır, perîşan olarak ölür.

 

Ashâbı kirâm arasında içtihattan dolayı zuhûr eden ihtilaf ve hâdi­seler sebebiyle hiç bir tarafa dil uzatılamaz.

 

Hz. Ali (k.v)'nin hilâfeti devrinde, Hz. Osman (r.a.)'ın kâtillerinin der­hâl tecziyesi veya bil’âhare tecziyesi husûsunda, ashâbı kirâm arasında ictihâd farkından bir ihtilâf, bir görüş ayrılığı zuhûr etmişti. İctihaddan doğan bu ihtilâfta her iki taraf da hüsn-i zan sâhibi idi. Ashâbı kirâm arasında zuhûr eden bu ihtilaf, kat'iyyen mevki, makâm kavgasından ol­mayıp, içtihaddan dolayıdır. Zîrâ, onların hepsi müctehiddirler. Müctehid­ler ise içtihatlarından aslâ mes’ûl değildirler,(38) çünkü içtihatlarında tamamen hüsn-i zan sâhibidirler. Bu îtibarla, zuhûr eden hâdiselerden dolayı ashâbın ba’zısını tutup, bâzısına buğz etmek kat'iyyen câiz değildir. Nitekim bunca hâdiselere rağmen, ne Hz. Ali kerremellâhü vecheh, ne de Hz. Muâviye radıyallâhü anh birbirlerinin aleyhinde tek bir kelime konuş­muşlardır. Bu hâdise kaderin bir tecellîsidir. Bize düşen, ashâb-ı kirâmın hepsini sevmek, saymak ve hepsine hürmet ile bakmaktır.

 

O yüksek zâtların aralarındaki münâzaralar; onların birbiri hakkın­daki hürmet ve muhabbetini, kadirşinaslığını ve İslâmiyet uğrunda çalışma emellerini aslâ ihlâl etmemiştir.

 

Büyük İslâm âlimi Abdullah ibni Mübârek'e, "Hz Muâviye (r.a.) ile dirâyet ve adâletinden dolayı kendisine ikinci Ömer denilen Emevî halîfelerinden Ömer ibn-i Abdülazîz'den hangisi efdaldır?" diye sorul­duğunda; "Resûlullâh'ın yanında giderken Hz. Muâviye'nin bindiği atın burnuna giren toz, Ömer ibn-i Abdülazîz'den efdaldir" buyur­muştur.

 

Mektûbât adlı muhalled eserinde, İmâm-ı Rabbânî Hazretleri de bu­yuruyor ki; "Hiç bir velî ashâbı kirâmdan efdal olamaz."

 

İmâm-ı Şâfiî Hazretlerin’e, ashâbı kirâm arasında zuhûr eden ihtilaf ve muhârebe hakkında sorulduğunda; 'O, bir kandır ki, Allâhü Teâlâ ondan bizim elimizi temiz kıldı. Bize düşen, dilimizi de ondan temiz tutmaktır' buyurarak ashâb'tan hiçbir tarafın aleyhinde konuşulamaya­cağını beyân etmişlerdir.

 

Günümüzde bâzı kimseler, maksatlı beyân ve iddiâlarda bulunuyor­lar. Ve yine, bâzı târih kitaplarında da bu gibi kasıtlı iddiâlara rastlamak mümkündür.

 

İslâma açıktan saldıramayanlar ashâb-ı kirâma saldırârak İslâmı tahrîp etmeğe çalışmışlar ve çalışıyorlar.

 

Ashâb-ı Kirâm'a yapılan saldırıların arkasındaki hedef ise ulvî dîni­miz İslâmdan başka ne olabilir? Şurası muhakkakdır ki yüce peygam­berimiz ve ashâbının yolunda olanlar, şerîat-ı ğarrâ-i Ahmediyye hâdimleri, onların emellerine ulaşmalarına fırsat vermemiş ve verme­yecektir.

 

Ashâbın büyüklerinden Ebû Saîdil-Hudrî hazretlerinin rivâyet ettiği bir Hadîs-i Şerifte Peygamber Efendimiz; "benim ashâbıma sebbetme­yiniz (onlara buğz edip, onların aleyhlerinde konuşmayınız). Zîrâ, siz­den biriniz Uhud Dağı kadar altın infâk etse ashâbımın dörtte birine, dörtte birinin yarısına ulaşamazsınız" buyuruyor.

 

Ashâb-ı Kirâm'ın İslâmiyetin intişârında yaptıkları yardım ve hiz­metleri, Peygamber Efendimiz’in huzûrunda mübârek nazarlarına mülâkî olmaları her türlü takdîr ve tebcîlin üstündedir. Dünyâ ve dünyâ ehli onların hiçbir zaman maddî ve ma’nevî dengi olamaz. As­hâbı kirâmın her biri birer pırlanta gibidir. Onlara dokunmağa gelmez, dokunan da aslâ iflah olmaz.

 

Ey Asr-ı Saâdetten 15 asır uzakta olan 21. asrın insanları! Ne Uhud Dağı kadar altınınız var, ne de o yüce peygamberi görme şansınız var. Tek çıkar yol ashâbı kirâmı sevmek, saymak, onların yolundan yürü­yerek hidâyet bulmaktır.

 

Kim ki bu mübârek ashâbdan birini hedef hâline getirir, buğz ederse peygambere buğz etmiş olur. Peygambere buğz eden Hz. Allah’a buğz etmiş olur. Bu da onu Allâhü Teâlâ’nın gazâbına uğratır.

 

Peygamber Efendimiz; "Kim ki ashâbıma söverse Allâh’ın, melekle­rin ve bütün insanların la’neti onun üzerine olsun." buyurmakla as­hâb-ı kirâm aleyhinde konuşmanın ne kadar büyük bir günah olduğunu beyân etmişlerdir..

 

Ashâb-ı kirâmın aleyhinde ilk konuşan, onlara saygısızlık yapan, onlara karşı çıkan, Ebû Cehil ve avenesi idi.

 

(38) Müctehidlerin ictihâdına dâir Peygamber Efendimiz buyurdular ki: “İzâ hakemel-hâkimü fectehede feesâbe felehû ecrâni ve izâ ictehede fe ehtae felehû acrun. (Hükmedici müctehid içtihâdında isâbet ederse ona iki ecir; hatâ ederse bir ecir vardır.)” (Sünenin-Nesâî, Kitâb-i Edebil, Kudât, Bab 3)

Şârihler; müctehidin ictihâdında hatâ etmesi hâlinde dahi kendisine bir sevap verilmesinin sebe­bini onun tamâmen hüsnü zan içerisinde ictihad ederken sarf ettiği gayretten dolayı olduğunu söylemişlerdir. Zîra müctehit araştırıyor, bütün ilmî kudretini harcıyor, sonunda tamâmen hüsn-i zan içerisinde, Allâhü a’lem, bunun hükmü budur, diye ictihâd ediyor.