İctima’ Nedir, Kamerî Aybaşları Nasıl Tesbit Edilir?

Bilindiği üzere ay, dünyâ etrafında muayyen bir yörünge (mahrek) üzerinde hareket eder, yâni dolanır. Bu dolanma esnasında ay, her 29 veyâ 30 günde bir defa dünyâ ile güneş arasına girer ve üçü aynı hizaya gelirler. İşte bu âna, hey’et veyâ felekiyat denilen ilim dalında, “ictima‘” tâbir edilir. Bugünkü modern astronomide buna ise, ictimânın Türkçe karşılığı olarak, “kavuşum” denilmektedir. İngilizcesi de, birleşme mânâsında conjunction (kıncângk’şın)dır. Bu vaziyet astronomik yâni hesâbî bakımdan kamerî ayın başlangıcıdır. “İctima‘” hâlinde ay’ın dünyâya bakan yüzü güneşten ışık alamadığı için karanlık olur. İşte bu esnada hilâlin, dünyânın hiçbir yerinden görülmesi mümkün değildir. 

Ru’yetin tahakkuku, yâni hilâlin görülebilir şekil ve parlaklığa kavuşabilmesi için;

a) Ay’ın ictima‘ hâlinden, güneşe nazaran doğuya doğru ufkî (yatay) olarak 8° ayrılması gerekir. Bu süre ise, 12 ilâ 16 saat arasında değişmektedir.
b) Güneş battıktan sonra yine ay’ın, şâkulî (düşey) olarak ufuktan en az 5° yüksekte olması îcap etmektedir. 
Velhâsıl, ayın şâkulî olarak ufuktan 5° yükselmesi ve ufkî olarak da güneşten 8° doğuya doğru açılmış olması lâzımdır ki, güneşten ışığını alıp o hilâl şekli tahakkuk ederek dünyâ üzerinden görülebilsin. 

İşte, îzâhına çalıştığımız bu hâdiselerin vukûundan sonra ortaya çıkan hilâl, yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, şer‘î-kamerî ayın başlangıcı yâni ilk günüdür. O esnada güneş, dünyânın neresinde batmakta ise, hilâl, ancak o tûl (enlem) derecesindeki ve bunların batısındaki ülkelerde görülebilir. 

Üzülerek ifade edelim ki; senelerdir bâzı ülkelerde, kamerî ayların tesbitinde hakiki ru’yet (ayın görülmesi) yerine, şer‘î ölçülere aykırı olarak, astronomik başlangıç yâni ictima‘ hâli esas alınıyor ve eğer ictima‘ gece yarısından önce ise, o gecenin gündüzü ayın birinci günü kabul ediliyor. Şayet ictima‘ gece yarısından sonra meydana gelmişse o zaman, âmiyâne tâbirle, mızrak çuvala sığmayacağı için, bu ülkeler de ay’ı ertesi gün başlatıyorlar ve ister istemez bizimle aynı gün ramazan orucuna başlıyor, aynı gün bayram, aynı gün arafe, aynı gün kurban bayramı oluyor. 

... Bu tatbikat üzere hareket edenler, önceleri, Amerikan almanaklarını esas alıyoruz, diyorlardı. Şimdilerde ise, ru’yeti baz aldıklarını söylüyorlar...

Güyâ onlar ru’yeti esas alıyorlarmış, biz ise hesâba göre hareket ediyormuşuz gibi yanlış bir kanaat meydana geliyor. Oysa işin hakikati; kamerî ayların tesbitinde biz hem hesâbı, hem de ru’yeti dikkate aldığımız halde onlar, sadece hesâba göre hareket ediyorlar. İhtilaf ve yanlışlık da gayet tabii ki buradan kaynaklanıyor. Zira bu dînin vâzıı olan Hazret-i Mevlâ, “Güneşi bir zıyâ, ay’ı bir nûr yapan; senelerin sayısı ve (günlerin, ayların, vakitlerin) hesâbını bilesiniz diye, ay’a menziller takdir eden odur.” (Yûnus Sûresi, âyet 5) İlâhî beyânıyla, bu hususta bize, hesâbın lüzûmunu ve usûlünü haber verirken, âlemlere rahmet Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz de, “Ramazan hilâlini gördüğünüzde oruca başlayınız, şevval hilâlini gördüğünüzde de iftar (bayram) ediniz” (İbn-i Mâce, Sıyam, 7) hadîs-i şerifleriyle, ölçünün ru’yet olduğunu bildiriyor ve bu ölçüye uyulmasını emrediyor. Bu kriter, ramazan ayı ve ramazan bayramı için câri olduğu gibi, diğer aylar için de aynıdır. Meselâ kurban bayramının tesbitinde de, zilhicce ayının ictima‘ ve ru’yeti esas alınır. Yoksa, bazılarının öteden beri yapageldikleri gibi, ru’yeti yani ayın görülmesi emr-i nebevîsini bir kenara bırakarak, sadece ictimâ hâdisesini esas alıp, ayın dünyanın hiçbir noktasında dahi görülmeden-görülemeden arafe veya bayram îlan etmekle olmaz. 

İşte bugün, gerek bazı ülkeler ve gerekse ülkemizde bir kısım insanlar tarafından bu esâsa uyulmaması, Müslümanlar arasında karışıklığa sebep olmaktadır. Onların bu yanlış ölçülerine göre hareket eden insanlar, ramazân-ı şerîfin son gününde, oruçlu olmaları gerekirken bayram yapıyorlar. O günün bayram olduğuna inandıkları için de, tabii ki oruçlarını kaza da etmiyor, borçlu kalıyorlar. Kezâ, kurban bayramından önceki günlerde oruç tutmanın faziletine inanan bir kısım Müslümanlar, arefe günü de oruçlu bulundukları halde, o günün bayram olduğu söylenip oruçları bozduruluyor; dolayısıyla nâfile olan o oruç, üzerlerine borç olup kazâsı îcap ediyor.

İşin ehemmiyetine binâen bu hususu, okuyucularımızın bilgilerine arz ediyor; takvime göre amel etmelerinin (yani anlatılan bu hakiki ru’yet ölçüleri esas alınarak belirlenen tarihlere uymalarının) uhrevî bakımdan lehlerine olacağını hatırlatmakta fayda mülâhaza ediyoruz.